Aslında “Altılı Masa” tabiri tam uymuş gibi. Çünkü genellikle bir takım altıdan ibaret oluyor. Örneğin tabak, bardak vs. de altı sayısı geçerlidir. Masa takımında da öyle. İşin garip tarafı, takım dediğinizde birbirinin aynı olan elemanlardan bahsediyorsunuz. Ancak burada birbirinin aynı olmayan, hatta bazıları açısından, taban tabana zıt olan azalardan bahsediyoruz.

 

            Tahmin edeceğiniz üzere muhalefetin oluşturduğu altılı masadan bahsediyorum. Elemanlardan biri laik, seküler ve dahi bugüne kadar inançlı kesime yapmadığı kalmamış bir parti. Zaten kendileri bile söylediklerimi kabul etmiş olmalılar ki “Helalleşme” diye bir gündem oluşturmaya çalışıyorlar.

 

            Çevresini “Ülkücülerin” oluşturduğu, sağ cenahtan gelip de sol söylemler üreten Meral Hanım bir başka renk oluşturuyor. Kendisini Başbakanlığa iyice adapte olmuş olacak ki Batı’ya sol tandanslı, Abdülhamid karşıtı söylemler ile mesaj veriyor. Kılıçdaroğlu’nun helalleşmeden ötürü dile getiremediklerini o söylüyor. Yine gariptir ki bu söylemlerini masadaki “Muhafazakar” olarak tanımlanan elamanlara rağmen dile getiriyor.

 

            Altılının tüm elemanları üzerinde durmayayım ki yazım bir biyografi olmasın. Ancak kısaca şunu belirtmek gerekir: Biri dışında diğerleri; muhafazakâr, sağ, liberal, milliyetçi cenahtandırlar. Dini referanslar bazılarında daha bir belirgin. Örneğin kadim, MNP, MSP, RP, FP ya da kendilerini “Adil Düzen” sloganıyla yürüyen, Milli Görüş’ün lideri Erbakan’ın varisleri olarak görenlerin de içinde bulunduğu bir düzenek.

 

            Bu ne yaman çelişki? Bir tarafta yıllarca inançlı kesime etmediğini bırakmayanların varisleri, diğer yanda Erbakan Hoca’nın varisleri. Yan yana, kol kola. Eğer masanın yedilisi HDP ise daha da vahim bir durum var ortada. Masanın bir ayağı Akşener, bir ayağı Demirtaş.

 

            Belki Davutoğlu için bu daha da yaman bir çelişki. Masanın kenarındaki sandalyelerden birinde Davutoğlu, iddialara göre görünmeyen sandalyesinde oturanlardan biri de Yasin Börü ve arkadaşları cinayetinin azmettiricisi. Başbakanlığı döneminde Ahmet Davutoğlu, 6-7 Ekim’de katledilenlerin aileleri ile görüşmüş, birkaç kez telefon ile konuşmuştu. Acaba ailelerin acısına bizzat şahit olan Davutoğlu, şimdi Gelecek Partisi lideri olarak “Demirtaş’ın bu kadar uzun süre cezaevinde kalması doğru değil” açıklamasını yaparken, kendisini Fikri Börü’nün yerine koydu mu?

 

            Şu siyaset değişik bir kulvar. Matematik kurallarını alt üst ediyor. Çünkü siyasette iki çarpı iki dört etmiyor. Renk körlüğü yapıyor. Bugün siyah dediğine yarın beyaz diyorsun. Etik metik her türlü sosyal ilişkiyi çorba ediyor. Dün yan yana gelmediğinle bugün bir araya geliyorsun. Bu işi layıkıyla yapana Allah yardımcı olsun.

 

            En son yazdığım yazıda Müslümanların kardeş olduğunu, onu yardımsız bırakmayacağını, onun aleyhinde İslam düşmanlarıyla iş birliği kuramayacağını, tercihlerinde ilk evvel Allah’ın rızası, sonra kardeşinin maslahatı olması gereğinden bahsetmiştim.

 

Bu minval üzere yazdığım yazıda bir Müslüman olarak yaptığımız tercihlerde laik seküler kesimin faydası olmaması gerektiğini yazmıştım. Şimdi beş sağ partinin bir sol partiyi iktidar yapması, vebal değil de nedir? İktidara gelecek bu sol partinin, HDP’nin işini kolaylaştıracağı ve Demirtaş’ı serbest bırakacağı da kesindir. Peki, bu ittifaktakiler 6-7 Ekim maktullerini hiç mi hatırlamazlar? Kendilerini o gün katledilen insanların ailelerinin yerine hiç mi koymazlar? Şu empati yapma işi bu kadar zor mu?

 

Diyelim ki; Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı oldu. Bolu Belediye Başkanı gibi kendi değerlerine sadık birinin, Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atanması mümkün mü? Mümkün. Peki, bu rektör ben üniversiteye başörtülü almam derse bu işin “Temel” sorumlusu kim olur?

 

İcracısının Kılıçdaroğlu olması, Karamollaoğlu ile Davutoğlu’nu mesuliyetten kurtarmaz.