Hayber kalesindeki Yahudiler, yeni kurulan Medine İslam Devleti aleyhinde bir fitne merkezi haline gelmiştiler. Hendek gibi yıkıcı bir savaş buradan planlanmıştı. Konu ile ilgili Hz. Peygamber (sav)’i çokça düşündüren bir problem vardı. Müslümanlar Hayber’e saldırsa Mekkeli müşrikler, Mekke’ye yönelirse bu kez Hayberli Yahudiler Medine’ye saldıracaklardı. Bu nedenle Peygamberimiz (sav) arkasını sağlama alması gerekiyordu. İşte bu kritik zamanda imzalanan Hudeybiye anlaşması, Hayber kapısının kilidi olma özelliğini taşıyordu.

 

            Hudeybiye’de anlaşma sağlandıktan sonra hedef Hayber’di. Fakat muhkem kalelerden oluşan bu bölge bir türlü ele geçirilemiyordu. Müslümanlar var güçleri ile saldırıyorlardı. Yahudiler de ölümüne savunma savaşı veriyorlardı. Bazen kalelerinden çıkıp saldırıya geçiyorlar, bazen de teke tek savaşçı istiyorlardı.

 

            Hayberlilerin meşhur bir savaşçısı vardı. Adı Merhab idi. Kalesinden çıkıp er diledi. İbni Sa’d, Ahmed bin Hanbel ve Müslim’de geçen bilgilere göre Merhab’ın karşısına Amir bin Ekva çıktı. Karşılıklı birbirlerine kılıç salladılar. Merhab’ın kılıcı bir ara Amir’in kalkanına saplandı. Amir hamle yaptı ve kılıç ile Merhab’a vurmak istedi. Ne yazık ki kılıcı kısa idi ve elinde ters dönerek kendi bacağına denk geldi. Ana damarı kesilmişti. Yaralı olarak Peygamberimize getirildi ama çok kan kaybettiğinden şehid oldu.

 

            Bilindiği üzere doksanlı yıllar olarak adlandırdığımız dönemde, PKK etkin olduğu yerlerde İslami hassasiyete sahip ailelere ambargo uyguladı. Buna göre belirlenen ailelerle bireysel, sosyal, ekonomik her türlü irtibat yasaktı. Yoksa insanlar PKK’nin bildik yöntemleri ile cezalandırılıyorlardı.

 

            İmtihan günleriydi. Mutlak manada ekmek bulmak büyük bir sorun teşkil ediyordu. Bulunduğumuz bölgeden göç etmenin zamanı gelmişti ama imkânlar yok denecek kadar kısıtlı idi. Yani gitmek istersen dahi araç bulunamıyordu.

 

Ambargoya tabi tutulan evlerden biri de Gök ailesiydi. O karanlık günler başladığında mülhidler, Gök ailesinin evini yakarak Newroz’u kutlama kararı almışlardı. Çünkü 1992 yılının Newroz’u yaklaşıyordu. Aile mütedeyyin insanlardan müteşekkildi. Yani PKK’lilere göre her türlü cezayı hak ediyorlardı.

Newroz’a iki gün kalmıştı. Tarihler 19.03.1992’yi gösterirken, evin bacalarından dökmek üzere bir benzin bidonu ile Gök ailesinin damına çıkmışlardı. Newroz ateşi diye evi yakıp etrafında dans edeceklerdi.

Çok ince düşünülmüş şeytani bir plandı bu. Çünkü evin damına çıkacak bir kişi elindeki benzini bacalardan akıtacak ve sonra ev ateşe verilecekti. Çevrede bulunan militanlar silahları ile ateş açacaklarından aile dışarıya kaçamayacaktı. Böylece kendilerince yaktıkları Newroz ateşinde, Gök ailesi çoluk çocuk yanacaktı.

Mehmet Şerif o ara çay içmek için nöbet tuttuğu damdan aşağıya inmişti. Kız kardeşinden bir çay istedi. Daha bardağını bitirmemişken yine dama çıktı. Meğerse bu arada bir PKK militanı elindeki benzin bidonu ile dama çıkmıştı.

Mehmet Şerif, elindeki çay bardağı ile dama çıkınca bu adamla karşı karşıya kaldı   ve ani bir refleksle hamle yapıp, adamın üzerine atladı. Fakat karşıdaki kişinin elinde güçlü silahlar vardı. Boğuşma başladı ve silah patladı. Mehmet Şerif bacağından vurulmuş ama adamın cesedi ve benzin bidonu damda kalmıştı. Mehmet Şerif’in bacağına denk gelen kurşun ana damarı kesmişti.  

O Newroz gecesini bütün aileyi çoluk çocuk birlikte yakarak kutlamayı düşünenler, sabaha kadar otomatik silahlarla Gök ailesinin evini taradılar. Ev halkı Allah’a sığınmış sadece tekbir getiriyorlardı. Onların yardımına gelecek başka hiç kimse de yoktu. Kurşun sesleri arasında evin genç kızının tekbir sesleri duyuluyordu komşularınca. O akşam benzin bidonu ile dama çıkan şahıs, evi yakamamıştı ama çok kan kaybeden Mehmet Şerif şehid düşmüştü.

Aynı Amir bin Ekva gibi…