Bilindiği üzere solculuk hareketlerinin esas temelini işçi sınıfı oluşturur. Yani sol devrime giden yolun taşlarını işçiler dizerler. Bu yüzden kutsanan işçi sınıfına solcular daha tumturaklı olarak “Proletarya” derler. Aslında geniş anlamı ile alt sosyal sınıf diye tanımlanabilir.

Ancak Türkiye’deki solcu partilerin anası konumundaki CHP, sırtını işçi sınıfına değil, daha çok militarizme dayamıştır. Militarizmin tanımına bakacak olursak, ordu gücünün yoğun bir şekilde ağır basması, baş edemediği sorunları askerî yöntemlere başvurarak çözme, bütün icraatlarında silahlı kuvvetlere öncelik tanıma eğilimidir. Bu açıdan bakıldığında HDP için de aynı durum söz konusudur. Onlar da sırtlarını PKK’ye dayamışlardır.

Onun için Türkiye’de Osmanlı’nın yıkılış ve Cumhuriyetin kuruluş aşaması dahi bir devrim olarak sayılmıyor. Çünkü Osmanlı bakiyesi askerlerin bir araya gelerek, halka rağmen ve dahi halkın meydanlarda darağaçlarına asılması, derelere doldurdukları insanları bombalamaları neticesinde kurdukları bir devletten bahsedebiliriz.

Devletlerde yapı değişikliğinin devrim sayılmasının koşulu, bu hareketin içinde halkın bulunmasıdır. Türkiye’nin kuruluşunun aksiyoner grubu; geneli eski askerlerden oluşan Cumhuriyet Halk Fırkası olduğuna göre, kuruluşun içinde halk veya solculuk üzerinden gideceksek, işçilerin olması gerekirdi.

Oysa realite bu şekilde işlememiş. Vatan, millet, bayrak, ezan, din, iman gibi kavramlar kullanılarak, halka yabancı bir rejim dayatılmıştır. Türkiye halkları İngiltere ile savaşıp İngilizlerin yaşam tarzına, Fransa ile savaşıp, Fransız laikçiliğine duçar edildi.

Yaman bir çelişki. Sonrasında adına devrim dedikleri, Şapka Kanunu gibi zorunlu yeni yaşam koşulları dayatıldı kendilerine. Türkiye halkları uğradıkları bu uygulamalara itiraz edecek gibi oldular. Ancak karşılığı, darağaçları ve toplu öldürmeler oldu. Savaştan yeni çıkmış, ailesinin fertlerinden bir kısmı şehit, bir kısmı da gazi (sakat) olan halkın, daha fazla mecali kalmamıştı.

Bu nedenle köşesine sindi memleket insanı. Tepelerinde fötr şapkalı insanlarla hiçbir zaman barışık olmadılar. Fötrlüler de halka inmediler. Elitler olarak memleketin kaymağını yemekle meşgul oldular. Her şeyin en iyisi onların oldu. En kritik kadrolara yerleştirildiler. Üniversitelerde akademisyen olarak düşünsel hayatımıza yön verdiler. Askeri okullar onların kontrolündeydi. Bu okullarda yetişenler Demokles’in kılıcı gibi tepemizde durdular.

Cumhuriyet Halk Fırkasının sonu Parti olarak düzeltildi. Solculuklarına da sosyal demokrat dediler. Fakat heykel yapma dışında bir icraatları olmadı. Katı bir laisizmin temsilcisi oldular. Batıdan ilim ve fen yerine moda ithal edildi. Onlara benzeyeceğiz diye güzelim Osmanlı mimari ve sanatına dahi düşman oldular. İş o kerteye geldi ki “Batı’dan damızlık erkek ithali” gibi abuk subuk sözler bile sarf ettikleri iddia edildi.

Günümüzde dahi halkın tepesinde, kendi oylarını halkın reyleri ile eşit görmeyen, kendileri gibi düşünmeyenlere bidon kafa, göbeğini kaşıyan adam gibi tanımlamalar yapan elit bir tabakayı oluştururlar.

Zülfü Livaneli, solcuların kadim sanatçısıdır. Başta müzik olmak üzere yazar, yönetmen gibi vasıfları da vardır. Gazateduvar’dan İrfan Aktan’a verdiği röportajda özeleştiri anlamında bazı sözler sarf etmiş.

Ancak en çok Deniz Baykal, Bülent Ecevit gibilerinin solcu olmadığını söylemesi dikkat çekiyor. Bir nevi mesai arkadaşlarını bu şekilde dövmesi, solcu çevrelerde yeni bir tartışma konusu açmış durumdadır.

Fakat dikkatimi çeken şey, HDP’ye pek yüklenmemiş olmasıdır. İddia edilir ki solculuğun özünde antiemperyalizm vardır. Ancak realitede CHP veya HDP, çıkarları söz konusu olduğunda ABD başta olmak üzere bütün emperyalist devletlerle işbirliği yapabilecek kadar emperyalizm ile iç içedirler.

Anlaşılan o ki solcuların antiemperyalistçilikleri de düşünceleri gibi ütopyadır.