Her ne kadar 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli baskınları PKK’nin ilk eylemleri olarak geçiyorsa da, Doç. Dr. İhsan Bal ve Emre Özkan, PKK’nin kanlı eylem kronolojisini 1979’dan başlatırlar. Hatta Ruşen ÇAKIR, Vatan Gazetesi’ndeki köşesinde 26.07.2012 günü; “Örneğin PKK 1970 sonlarından itibaren kendisine tabi olmayan diğer grupları şiddet yoluyla susturup Kürt hareketinin tekelini kazandı.” diyerek, hem yukarıdaki bilgileri teyit etmekte hem de eylemleri genel bir ifade ile belki de daha erkene almaktadır. Kısacası PKK kendinden önce kurulmuş Kürt örgüt yöneticilerine karşı suikastlarla işe başlamış, sonra da Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla Devlete karşı silahlı eylemlere geçmiştir.

            PKK açısından Kürt sorunu çok örgütlü bir yapı ile çözülmezdi. Kürtler sadece PKK etrafında toplanmalı, diğer örgütler tasfiye edilmeliydi. İşte Doç. Dr. İhsan Bal ve Emre Özkan’ın PKK eylemlerinin başlangıcını 1979’a almalarının sebebi, bu örgütün kendi dışındaki Kürt örgütlerine giriştiği suikast eylemleriydi. 12 Eylül’den önce bölgede var olan ve PKK’nin kendilerine sosyal şoven dedikleri; KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları), DDKD (Devrimci Demokrat Kültür Dernekleri), KDP’nin Türkiye yansıması gibi örgütleri şiddet ile bastırmaya çalışmış ve hatta bu örgütler içindeki yurtsever kadroları kendi içinde eritmiştir.

            Yukarıda belirtilen PKK’nin; ”Kürdistan’da sadece PKK olmalıdır, diğer örgütlerin tasfiye edilmesi gerekir, ancak bu şekilde bağımsız Kürdistan kurulur.” fikri Türkiye Cumhuriyeti’ne altın tepside sunulan bir ikram gibiydi. Çünkü o zamana kadar belli bir kurumsal kimliğe kavuşan Kürt örgütlerine, “Böl, parçala, yok et” taktiğini uygulaması için uygun zemin bulunmuş oluyordu.

            Bu nedenle PKK’yi MİT kurdurdu fikri hala geçerliliğini sürdüren bir tezdir. Bunu Kürt aydınları, Türk sol çevreleri ve Türkiye’deki birçok yazar-çizer takımı kabul etmektedir. Örnek vermek gerekirse; Uğur Mumcu’nun öldürülmeden önce PKK-MİT ilişkisi üzerinde durduğu bilinen bir gerçektir. Bu ilişkinin izlerini yakalayan Mumcu, görüşlerini yayımlama aşamasındayken bombalı bir suikasta kurban gitti. Cinayeti İslami gruplara yıkmaya çalıştılar. Bu konuda 21 Ocak 2012’deki Sabah Gazetesi’ndeki yazısında Haşmet Babaoğlu; “Mumcu’nun MİT ve PKK’nin kuruluşu arasındaki ilişkiyi sorguladığı için öldürüldüğü tartışmasız bir gerçektir.” dedikleri halde, gazetelerinde “Mumcu Cinayetinde İran Kuşkusu” başlıklarını atan gazetelere ateş püskürmektedir.

            Yine “Dengê Kürdistan”ın Şerafettin Elçi ile yaptığı röportajında Elçi, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)’ne geçmeden önce Uğur Mumcu ile aynı kanaatleri paylaşmaktadır.

PKK, Kürtlerin milliyetçi ve sol çevrelerini tasfiye edip, onların içinde yetişmiş elemanların bazılarını devşirmesi neticesinde, Türkiye’nin Kürt coğrafyasında tek başına kalmayı başardı. Ancak orta yerde bir sorun vardı. Dindar Kürtlerden müteşekkil yapılara ne olacaktı? Çünkü İslami gruplar Marksist/Leninist bir Kürdistan’ı kabullenmiyorlardı. Kürt dindarlarından oluşan yapılara da düşman olan PKK, onları da tasfiye etme girişiminde bulundu. Daha doğrusu PKK’nin İslami ögeleri öteleme politikalarına karşı kendi çaplarında mücadele veriyorlardı. 

            PKK’nin Marksist/Leninist, hatta Stalinist bir ideolojiye sahip olduğu ve ilk kuruluşta bunu deklere ettiği ortada açık seçik durmaktadır. Ancak süreç içerisinde SSCB’nin dağılması, komünist ülkelerin bir bir yıkılıp, yenidünya düzenine entegre olmaları, Müslüman Kürt halkının bu ideolojiye yabancı olması gibi nedenlerle, PKK tabanda ideolojisini terk etmek zorunda kaldı. Tabi bu ideolojik boşluğun doldurulması gerekiyordu. Bu noktada onların imdadına Kemalizm yetişti. Atatürk gibi ulusalcı bir çizgiyi benimsediler.

            Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki Kürt topraklarını alıp, bağımsız Kürdistan fikri ile yola çıkan PKK; MİT’in diğer Kürt örgütlerine karşı kendini kullanmasına, Hafız Esed döneminde, Suriye’nin su politikasına karşılık olarak bu ülkenin bir piyonu olmasına, Saddam Hüseyin’in Körfez Savaşı esnasında Türkiye’ye karşı bir kozu olmasına ve bir zamanlar Laik Türkiye’nin zayıflatılması için İran’ın müsamaha ile yaklaştığı bir lejyoner olmasına kendi içinde izin verdi.

            Bu çerçevede PKK, Kürtlerin “Birakujî” dedikleri eylemlerden çekinmedi. Bu eylemlerin getirileri kendileri için değil, bir başkalarının yararınaydı. Buna rağmen dört parça Kürdistan’da, Kürtlere yönelik eylem yaparak onları öldürdü. Bilindiği üzere en son olarak Irak Kürdistan’ında Peşmergelere, Suriye Afrin’de ise bir özel hastaneye saldırdı.

Kürt aydın ve sanatçıları, Şivan Perwer’in öncülüğünde, sosyal medya üzerinden bu tür eylemlerin yapılmaması için uyarılarda bulundular. Fakat öyle görünüyor ki PKK’nin tarihten ders almaya ve bu tür eylemlerden vazgeçmeye niyeti yok. Kürtlerin ölü bedenleri üzerinden nemalanan bu örgüt, sözde Kürtleri kurtarmaya aday bir yapıdır.  

            İlginç değil mi?