Türkiye’de normal zamanlarda pek Anayasa yapılmadığı için, bu işin acemisi sayılırız. Bilindiği üzere; 1921 Anayasa’sı Kurtuluş Savaşı’nda, 1924 Anayasa’sı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında, 1961 ve 1982 Anayasa’ları ise darbe zamanlarında yapılmışlardır. Görüldüğü üzere pek normal Anayasa’mız yok. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan değişikliklerin bir bölümü de böyle olağandışı zamanlara denk geliyor.

Fakat dört Anayasa ve 1928, 1937, 1972, 1995 Anayasa değişiklikleri, aslında bizler için bir tarihi hafıza oluşturup, bundan sonraki olası Anayasa veya değişikliklerinde yol gösterici olmaları gerekir. İnşallah Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gündeme getirdiği muhtemel yeni Anayasa’da geçmişten ders alırız.

Tarih ilmi geçmişte yaşanan hikayelerden ibaret değildir. Eğer öyle olsaydı, devletler bu ilme bunca yatırım yapmazlardı. Tarihin en önemli yararı, toplumlarda ortak bir şuurun oluşmasına vesile olmasıdır.

Tabi geçmişten ders alınması, kar zarar bilançosunun çıkarılması ile olur. Örneğin; 1921 Anayasa’sında yarar ve zararlarımızı hesaplar ve aynısını diğer Anayasalara ve değişiklerine uygularsak, ortak kanaatlerimiz ortaya çıkar.

Örneğin Türkiye’de bu güne kadar Anayasalardan en çok kimler zarar görmüş diye bir çetele tutarsak, yeni yapılacak Anayasa’da zarar görenlerin durumlarını telafi etme şansımız olur.

Şöyle kabaca bir değerlendirme ile zarar gören sınıfları oluşturursak, karşımıza laiklik ve ulusçuluk kavramları çıkar. Bu iki unsurdan zarar görenler kümülatif olarak diğerlerinden daha fazladır.

Örneğin şapka kanununa muhalefetten idam edilen İskilipli Atıf Hoca ve diğer mağdurları gözünüzün önüne getirin. Söz konusu kanuna muhalefetten bir kadının dahi idam edildiği gelen bilgiler arasında yer almaktadır. Toplu muhalefet eden bazı yerlerin Hamidiye Zırhlısı tarafından bombalanması da cabası.

Şapka erkeklere yönelik laiklik dayatması idi. Kadınlara yönelik baskı tesettür üzerinden oldu. 1980 darbesinden sonra yoğunlaşan baskı, AK Parti hükümeti zamanında da devam etti. Üniversitelerin kapısında bekletilip derslere alınmayan kız öğrencilerini görmek, herkesin içini acıtırdı.

Bir de kapatılan camiler, tekke ve zaviyeler vardı. Latin harflerinin kabulü ile Arapça elifba yasaklanmış oldu. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim yasaklanan kitaplar arasına girdi. Birazcık arşiv bilgisine sahip olanlar, Cumhuriyetin ilk yıllarında çocuklarına elifba dersi verdiği için cezalandırılan vatandaşların mevcudiyeti ile karşılaşacaklardır.

Ayrıca çok ilginç bir Türkçe ezan okutma meselesi vardı ki, evlere şenlik. Müslüman ahali tarafından bir türlü kabullenilmeyen Türkçe ezan eziyetini, tamı tamına bu ülke 18 yıl çekmek zorunda kaldı. Buna uymayan müezzinler cezalandırıldı.

İsterseniz günümüze gelelim. Artık şapka takan yok. Başörtüsü meselesi de kısmen çözüldü. Ne oldu şimdi? Görüldüğü üzere kıyamet kopmadı. Bunca idamlar, insanların okullarından olmaları, eğitimleri için el kapılarına muhtaç olanlar, yaşanan mağduriyetlerdendi.

Ezanı Türkçeleştirenler dahi günümüzde bu uygulamanın arkasında durmuyorlar. Bu tür laik icraatların bu günkü temsilcileri, Cumhuriyetin kuruluş döneminin şartları diye açıklamalarda bulunuyorlar.

1921 Anayasa’sı Osmanlı’dan kalma 1876 Kanuni Esasi’sinin devamı niteliğinde olup, laiklikle ilgili bir problemi bulunmamaktadır. 1924 Anayasa’sında ise Devletin dini İslam’dır ibaresi yer almaktadır. 1928’de ise Anayasa’dan İslam kelimesi çıkarıldı. Ülke peyderpey laik uygulamalar ile yoğruldu ve laiklik 1937’de Anayasa’ya girdi.

Günümüzde 2. maddede bulunan laiklik ilkesi değiştirilmesi ve değiştirilmesinin teklif dahi edilmesi yasaklanan maddelerdendir.

Tarihimize şöyle baktığımızda, laiklik ilkesinin kar zarar bilançosunu çıkrama işini okurlara bırakmanın daha uygun olacağı kanaatiyle olayı takdirlerinize arz ediyorum.