Bilindiği üzere Türkiye Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi ile yeni bir idareyle tanışmış ve hâlihazırda bu sistemle idare ediliyor. Tabi ilgili ilgisiz herkes konu hakkındaki görüşlerini serdediyor. Doğal olarak olumlu veya olumsuz görüşleri her kesimden duymak mümkün.

Aslında Partili Cumhurbaşkanı malumun ilamından başka bir şey değil. Çünkü Atatürk ve İnönü başta olmak üzere hemen her cumhurbaşkanı, aslında partiliydiler. Bazı cumhurbaşkanları sadece ve sadece partisiz gibi davranıyorlardı.

Yoksa hepimiz biliyoruz ki bir zamanlar CHP devletin ta kendisiydi. Diğer cumhurbaşkanları da bir partiden gelen insanlardı. Örneğin Süleyman Demirel; Adalet veya Doğru Yol Partiliydi. Hakeza Turgut Özal, Anavatan Partisi’ndendi.

Başbakan ve cumhurbaşkanı arasında ihtilaflarından ziyade, aslında Türkiye eşi başörtülü bir cumhurbaşkanı görmesin diye ortaya çıkan vesayetçi zihniyeti aşmak için, seçimle iş başına gelen bir cumhurbaşkanı olsun noktasına gelinmişti.

Aslında bu tür ihtilaflardan ülkenin ne kadar zarar gördüğünü yaşı uygun olanlar bilir. Zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, yine zamanın Başbakanı olan Bülent Ecevit’e bir Anayasa kitapçığı fırlatması ile birlikte, Türkiye büyük idari ve ekonomik krize girmişti.

Fakat esas temas etmek istediğim konu farklı. Türkiye güçlendirilmiş parlamento ile kuruldu. Kuruluş dönemi milletvekillerinin, bakanların nasıl atandığı tarihin sayfalarında yazılı. Kurucu meclisin nasıl mezalimlere karar verdiği de ortada.

Sonraki dönemlerde Başbakan ve Cumhurbaşkanı şeklinde oluşan idarede uzun yıllar kaldık. Peki ne oldu? Bu sistemin nasıl bir faydasını gördük ki bu gün güçlendirilmişini istiyoruz. Ya da şimdiki Cumhurbaşkanlığı sisteminden ne gibi şikâyetlerimiz var ki eski parlamenter sisteme dönmek istiyoruz.

Açıkça belirtmek gerekir ki, eski sistemde milletvekillerinin, bakanlar nezdinde daha çok sözü geçiyordu. Çünkü bakanlar meclisin içinden seçiliyor ve milletvekilleri ile daha fazla hemhal idiler.

Milletvekilleri de bu görüşme trafiklerini genellikle; “Hamili kart tanıdığımdır” şeklinde kullanıyorlardı. Eski meclis parlamenterleri daha çok iş takibi yapan, tayin peşinde koşan ya da bir üst göreve gelmek isteyenlerin uğrak yeri idi.

Ama öyle görünüyor ki milletvekilleri eskisi gibi bakanlarla görüşemiyorlar. Belki bazen istedikleri tayinleri de yapamıyorlar. Tabi hastalıklardan kurtulmak bu kadar basit değil. Yine de tayin isteyenlerin, iş takip edenlerin uğrak yeri meclistir. Ama her şey eskisi gibi değil.

Tabi şunu da belirtmeden edemeyeceğim. Cumhurbaşkanının bazı tavırları tarafsız bir cumhurun başkanı gibi değildir. Çünkü karşı tarafı alabildiğince eleştirmekte ya da tabiri caizse yerden yere vurmaktadır. Karşı taraftan da aynı dozda eleştiri gelince de bu kez; “Vay sen Cumhurbaşkanlığı makamı ile nasıl böyle konuşursun” deniyor.

Hayır, ama arada bir mesafe konulacaksa bunu ilk etapta bizzat Cumhurbaşkanı sağlamalıdır. Çünkü kendisi “Büyüklük bende kalsın” denilecek bir makamı işgal etmektedir. Ancak güçlendirilmiş parlamenter sistem deyip, içini boş bırakan muhalefet de ne istediğini bilmiyor. Hâlihazırda ortaya sundukları bir program yok.

Bu geçiş döneminde Cumhurbaşkanı daha tarafsız davranmalı, muhalefet de isteklerini bir programa dökmelidir.