Bülent Arınç’ı dinlerken, Kürt sorununu sadece HDP, Selahattin Demirtaş veya Devran isimli kitap çerçevesinde değerlendirmesini hayretle karşılıyor ve ister istemez sormak durumunda kalıyoruz; Kürt sorunu denilen problem bu kadar mı diye.

PKK ve onun siyasi uzantısı HDP’nin bir proje olduğunu birçok Kürt aydını biliyor. Kadim geleneklerinden, İslami geçmişlerinden emperyalistlerce koparılamayan Kürtler, kendilerine mensup bir grup tarafından bu değerlerinden uzaklaştırılmaya çalışılması projesidir HDP ve PKK. Esasen mezkûr grupların varlık nedeni budur.

İslami muhafazakâr çevrelerin abi dedikleri Bülent Arınç’ın, Kürt sorununu sadece HDP’ye indirgemesi veya onları parlatmaya çalışması anlaşılır bir şey değil. Bu kadar üstünkörü bir anlayış, bu kadar sığ bir kavrayış olamaz. Belirlenenin dışında, Kürt sorununun çok daha derin bir problem olduğu bu güne kadar anlaşılmış olmalıydı.

Hasan Cemal ise konuya biraz daha duygusal yaklaşıp, Demirtaş’ın ailesinden uzaklarda, Edirne’de cezaevinde tutukluluğundan dem vurmaktadır. Eğer sorun bu kadarcık ise o zaman sorun da çözüm çok basittir. Yok, eğer Selçuklu-Osmanlı’dan bu yana devam eden ve Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan sonra daha da derinleşen bir sorundan bahsediyorsak, o zaman konuya çok çok deruni bir yaklaşımla yaklaşmamız gerektiğinin bilincinde olmalıyız.

Hem Demirtaş’ın annesi oğlunu her ziyarette görebilir. Ancak Yasin Börü’nün annesinin elini sürebileceği bir Yasin’in eli yok artık. Bu tür açıklamaları yaparken oğlu kurşunlanan, bıçaklanan, üçüncü kattan atılan, ateşle yakılan ve otomobil ile üzerinden geçilen Yasin’in annesi Hatice Börü’yü düşünmek gerekmez miydi? Tanınmaz hale getirilen, ancak ayağındaki benden oğlunu teşhis eden bu annenin evladının bedeni yakıldığı için asfalta yapışmıştı.

Buna sebep olanlar kimlerdi? İsterseniz hatırlayalım. O gün HDP’nin MYK’sı toplantı halindeydi. Daha toplantı bitmeden, internet vasıtasıyla şöyle bir ilanları olmuştu HDP eş başkanları ve MYK üyelerinin: “Şu anda toplantı halinde olan HDP MYK’dan halkımıza acil çağrı! Kobanê’de durum son derece kritiktir. IŞİD saldırılarını ve AKP iktidarının Kobanê’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz.”

İşte bu çağrının ardından HDP’liler sokağa dökülmüş ve sonuçta 50’nin üzerinde insan katledilmişti. Selahattin Demirtaş ve ekibinin bu çağrısı ortada duruyorken onlara güzellemeler yapmak hangi akla hizmettir bilinmez.

Bülent Arınç hukukçu kimliği ile var olan bir cinayetin azmettiricisin de bu suça ortak olduğunu bilirdir. Mesele sadece tetiği çeken olsa idi hâkim ve savcılarımızın işi kolay olurdu. Ama işin içine azmettiriciler girdiğinden dolayı cinayetlerin aydınlatılması girift ve zor oluyor.

Bütün bunları Kürt sorunu öylece kala kalsın, çözülmesin diye söylemiyorum. Ama hukuk olarak herkes yaptıklarının bedelini ödemelidir. Bu kim olursa olsun ve makamı ne olursa olsun, değişmeyen bir kural olmalıdır.

Bir günde sokakları savaş alanına çeviren, sağda solda ne kadar mütedeyyin insan varsa saldırıp, ellinin üzerinde insanın ölümüne sebebiyet veren olayların fişekleyicisi olacaksın ve sonradan işin bedelini ödemeye gelince insani bir takım sözler söyleyip, duygusal laflar edeceksin.

Bu ülkede sadece Allah’ın dinini tebliğ etti veya Kur’an dersi verdi veyahut üç beş siyer kitabı okudu diye çeyrek asra yakın cezaevlerinde tutulan garibanlar için neden iki kelam edilmedi?

“Kurban kesecek durumum yoktu, oğlumu kurban verdim” diyen İbrahimî duruşlu Mehmet Gökgöz’ün yüreğinin hala cayır cayır yandığının bilincinde değil misiniz?

Ortada bunca yaşanmışlıklar varken ve olaylardan yüreği yanan anneler duruyorken, herkes ne söylediğini ve söylediklerinin kimlerin canını acıttığını bilmelidir.