İnsanlar nerede oturacaklarını bilmez ve neleri söyleyeceklerini hesap etmezlerse, birilerinin hakkına tecavüz ederler. Eğer bunu yapan kişi, kul hakkının ihlal edilmemesi gerektiğine iman etmişse, haklarını gasp ettikleri kişilerle helalleşmesi gerecektir. Bizzat iddia makamının söylediğine bakılırsa, hakları ihlal edilenlerin sayısı 1 milyon kişidir ve tek tek onlarla helalleşmek çok zordur. Onun için insanın kimlerle oturup, neyi söylediği çok önemlidir.

İsterseniz bizler bir hikâye anlatıp, olayı anlayana sivrisinek saz kabilinden bir kıssadan hisseye bağlayalım.

Yolu Bağdat’a düşen biri Behlül’e misafir olur. Aksi gibi o gün Behlül’ün, Harun Reşit ile bir sohbet toplantısı vardır. Abbasilerin tarihinde yer edinmiş olan Behlül’ün, Harun Reşit’in kardeşi olduğunu söyleyenler olduğu gibi onun sohbet arkadaşıdır diyenler de vardır.

Behlül misafirini ağırladıktan sonra akşamın bir saatinde ondan izin almak için; “Benim bu akşam Harun Reşit ile sohbetim var, sen burada istirahatına bak, seninle gerekli ilgi ve alakayı gösterecekler, müsaade edersen ben toplantıya katılıp geleyim” der.

Tabii o zamanlar halifeler ismen bilinir ama çoğunluk onları görme şansı elde edemezdi. Onun için misafir; “Ne olur beni de götür, şöyle dünya gözüyle Halifeyi göreyim” der. Behlül; “Oranın bir adabı var, sen şimdi orada bir hata yaparsın da başını belaya koyarsın, onun için gelmemen daha iyi olur” diye misafirini uyarır ama misafir ısrarcıdır; “Böyle bir fırsat ayağıma kadar gelmiş, lütfen Halifeyi görmeme izin ver” der.

Behlül, çaresiz kabul eder ama misafirine iki şart koşar: “Bak bizler şimdi saraya gideceğiz. Sakın sana ait olmayan oturağa oturma ve söz sırası sana gelmedikçe konuşma” Derken saraydaki sohbet odasına girerler. Odanın içerisinde çeşitli oturaklar vardır. Misafir şöyle büyükçe bir tahtın yanındaki oturağa oturur. Her ne kadar Behlül ona yer gösterecek gibi olsa da bizimkinin gözü hiçbir şey görmez.

Bir süre sonra odaya bir kişi gelir ve şöyle misafire sert bir bakış fırlatır. Misafir yanlış yere oturduğunu anlar, hemen bir oturak kayar. Daha sonra bir başka kişi gelir. O da sert bir bakış fırlatır, yine yanlış yere oturduğunu anlar bir oturak daha kayar. Bu şekilde kaya kaya kapının önüne kadar gelir. Daha sonra herkes birlikte ayağa kalkar, şatafatlı elbiseler giymiş biri gelir ve tahta kurulur.

Gelen Harun Reşit’tir ve sohbet başlamıştır. Sohbetin orta yerinde Harun Reşit ellerini çırpar, hizmetçiler içeri girer. “Bize kesmeden bir karpuz getirin. Biz burada kendi ellerimizle kesip yeriz” diye talimat verir. Hizmetçiler karpuzu bir tepsi ile birlikte getirip orta yere bırakırlar. Ama bıçağı unutmuşlardır. Harun Reşit bir bıçak ister, bizim misafir hiç kimseye fırsat vermeden, cebindeki bıçağı çıkarır ve uzatır. Harun Reşit bir bıçağa bakar bir de adama. Sonra içeriye muhafızları çağırtır ve misafirin derdest edilmesini ister.

Herkes şaşkınlıkla birbirine bakar ve ne olduğunu anlamaya çalışır. Harun Reşit; “15 yıl önce hazinem soyulmuştu. Bu bıçak da hazinedeydi. 15 yıldır bu bıçağı arıyordum. Bıçak bu şahısta çıktığına göre hırsız odur. Onu derhal zindana atın. Yarın Kadı’nın huzuruna çıkacağız” der.

Behlül olaya müdahil olmak zorunda kalır: “Bu adam benim misafirimdir. Biliyorsunuz geleneklerimize göre misafirimin derdest edilmesi bana hakaret olur. İzninizle misafirim bu gece bende kalsın. Muhafızlarını gönder, bizim kapının önünde nöbet tutsunlar. Yarın sabah benim evimden çıktıktan sonra derdest edebilirsiniz. Çünkü artık benim zimmetimden çıkmış olacaktır.

Harun Reşit itiraz etse de, Behlül ısrar eder ve sonuçta kerhen de olsa talep kabul edilir. Misafir ile Behlül oradan ayrılıp eve giderler. Belül misafirine; “Bak kardeşim, ben sana oturağın olmayan yere oturma dedim, sen gittin birinci vezirin yerine oturdun. Söz sırası sana gelmediği sürece konuşma dedim, sen herkesten önce bıçağını çıkarıp Harun Reşit’e verdin. Bari bundan sonra dediğimi yap da hiç olmazsa şu beladan kurtul” der.

Misafir kulaklarını açıp Behlül’ü dinler: “Yarın Kadı’nın huzurunda Harun Reşit ile mahkeme olacaksınız. O seni 15 yıl önce soyulan hazinesinin hırsızı olarak suçlayacaktır. Çünkü hazineden bir parça olan bıçak sende yakalanmış durumdadır. Bu iddialardan sonra Kadı sana söz verecek. Sen de babam 15 yıl önce bu bıçakla öldürülmüştü. Bu bıçağın sahibini 15 yıldır arıyordum. Eğer bıçağın sahibi Harun Reşit ise o zaman babamın katili odur diyeceksin.”

Ertesi sabah misafir evden çıkar çıkmaz derdest edilip, Kadı’nın huzuruna getirilir. Harun Reşit, Behlül ve devlet erkânı da mahkemede hazır olurlar. Denildiği üzere Harun Reşit 15 yıl önce soyulan hazinesinin soyguncusu olarak misafiri suçlar. Söz savunmaya gelince misafir, 15 yıl önce babasının bu bıçakla öldürüldüğünü, bıçağın sahibini babasının katili olarak 15 yıldır aradığını, eğer bıçağın sahibi Harun Reşit ise o zaman katilin o olduğunu söyler.

Bu ifadeden sonra ortalık karışır. Herkes bir şeyler söyler. Harun Reşit, Behlül’e dönüp; “Ben sana dün gece onu götürme demedim mi?” der.

Demem o ki; insan kimin huzurunda ne söylediğini bilerek konuşmalıdır. Aksi halde hak gaspları yaşanır. Dediğimiz gibi hakları ihlal edilenler, Diyarbakır’da Hz. Peygamberi anlama ve anlatma çabasında olup, bunun için toplanan 1 milyon kişi olursa, helalleşmek imkânsız hale gelecektir.