Bu sabah sosyal medyada okuduğum bir paylaşım hoşuma gitti. Hatırlayabildiğim kadarıyla aktarayım. Muhtemelen Gaziantep çiftçilerinden olup, yıllık 400 bin lira fıstık geliri, traktörü, tarımsal makinaları, memlekette evi, tatil beldelerinde yazlıkları olan biri arkadaşına dert yanıyor: “Ülkede tarım bitti, yandık, mahvolduk. Bir daha tarım ayağa kalkamaz. Tarımdaki bu kötü gidişat psikolojimi bozdu, hasta oldum.” Arkadaşı ise gayet sakin olarak: “Fox TV seyretmeyi bırak, kısa zamanda iyileşirsin” dedi.

Aslında basın dosdoğru olarak işini yapmalıdır. Doğru haberleri doğru bir şekilde vermelidir. Ne yalakalık yapmalı ne de kindar olmalıdır. Ancak iktidara yalakalık veya öfke duymak arasında ifrat ve tefritte bulunanlar yüzünden, her habere “Acaba doğru mu bakalım” veya “Algı oluşturmaya yönelik bir haber canım” diyerek şüpheci yaklaşmaktayız.

Ayasofya açıldı ya, laik/sol basına bir bakın bakalım. Sanki Selanik’te toplanan Yunan ordusu, yurdu işgal etmiş de memleket elden gitmiş gibi bir habercilik yapıyorlar. Herhalde bu örnek pek oturmadı ama biz yine de devam edelim.

Bütün laik/sol basını okumanıza gerek yok. Sadece Sözcü Gazetesinin köşe yazarlarına baksanız yeterli olur. Ertesi gün tüfek elde düşman aramaya başlarsınız. Neymiş o öyle; Cumhuriyet elden gidiyor, Osmanlı ruhu sokaklarda dolaşıyor, Hilafet geri geliyor anlamına gelen cümleler.

Bence öyle tırsmanızı gerektirecek bir durum yok ortada. Çünkü Keriman Halis Ece’yi Hristiyanlık âlemine, güzellik yarışması adı altında arzı endam ettirmenizin üzerinden tam 88 yıl geçti. Yarışmada Müslüman bir Osmanlı torununu karşılarında gören jüri heyeti; “İslamiyet’in bitişi, Hristiyanlığın zaferi” yorumlarıyla birlikte, birinciliği hemencecik, zikrettiğimiz Türk temsilcisine vermişlerdi. Daha sonra Mustafa Kemal, kazandığı güzellik tacından dolayı, Keriman Halis’e kraliçe anlamında Ece soy ismini vermişti.

Arapça harflerle okuduğumuzda Arap olduğumuz ama Latin harfleri ile okuduğumuzda Avrupalı olmadığımızdan olacak ki, Kur’an alfabesini değiştirmenizin üzerinden 92 yıl geçti. Arap alfabesi ile yazılan kitaplar yasaklı listesine dâhil olduğundan, dolayısıyla Kur’an-ı Kerim de yasaklı tedrisat kitapları arasına girmişti. Zaten eski harflerle eğitim yapıyor diye elifba okutan birçok kişi bu yüzden ceza almıştı.

Bütün ümmete önder olmaktansa Avrupa’ya kuyruk olmak anlamına gelen Hilafetin kaldırılmasının üzerinden 96 yıl geçti. Bu kurum sayesinde dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların maddi manevi yardımlarını alıyordunuz. Hatta Hilafeti kaldıran kadro bile Kurtuluş Savaşı esnasında, taaa Hindistan Müslümanlarından yardım almıştı.

Elinizde Mecelle gibi kadim İslam kültürünün hukuk ilkelerinden esinlenerek hazırlanan bir külliyat varken; İsveç gibi uzak bir diyardan Medeni Kanununu kes kopyala yapıştırmanızın üzerinden 94 yıl geçti. Hakeza kültürümüz ile uyuşmayan Türk Ticaret Kanunu İtalya’dan alınalı 94, İsviçre’den alınan Hukuk Muhakemeleri Usul Kanunu kabul edileli yine 94, Ceza Muhakemeleri Usul Kanununun Almanya’dan kopya edilme süresi 91, yine aynı ülkeden Deniz Ticaret Kanunu alınalı ve Ülkemize uyarlanalı 91 yıl oldu.

8 Mart 1924’te Şer’i Mahkemelerin kapısına kilit vurulmuştu. Artık ne Şer’i bir kanun kalmıştı ne de insanların Şeriata göre yargılanacakları bir mahkeme. Dahası Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması, Maarif Teşkilatı Hakkındaki Kanunun Kabulü, Medreselerin Kapatılması, Kılık Kıyafet Kanununun Kabulünün üzerinden, en az yukarıdaki kadar süreler geçmiştir.

Yani demem o ki ortalama 90-100 yıllık bir laikleştirme süreci yaşayan ülkenin, öyle Ayasofya’nın açılması ile yıkılması pek olası görünmüyor.

Yok, eğer yıkılacağını düşünüyorsanız, o zaman temelini çok zayıf atmışsınız.