Çocukken, yaz mevsiminde mahalledeki bütün arkadaşlarım, bizim “Tavrik” dediğimiz pamuk çapasına giderlerdi. Mahallede yalnız kalırdım. Haliyle canım sıkılırdı. O yüzden babama beni de göndermesi için adeta yalvarırdım. Ama bir türlü ikna edemezdim. Birlikte okul okuduğum arkadaşlarım, henüz tatil başlamadan bir kamyonun kasasına doluşur ve Silopi’nin yollarını tutarlardı.
Sonra “Matod” diye isimlendirdiğimiz tarladan pamuk toplama işine de gidilirdi. Ayrıca fındık toplama zamanlarında Bolu, Düzce, Sakarya gibi illere gidilirdi. Dönen arkadaşlarımdan maceralarını dinler ve onlara özenirdim.
Bir ara İlçemize ait işçi minibüsü, Niğde’nin Ulukışla İlçesi yakınlarında trafik kazası geçirmiş ve minibüstekilerin çoğunluğu vefat etmişti. İlçemizde kurulan çadırlara tek tek giderek, taziyelerine katılmıştık. Bir çadırdan çıkıp, diğerine giriyorduk. Bu arada ben de işe giden arkadaşlarımın tatile gitmediğini yavaş yavaş öğreniyordum.
Meğer çok zor şartlar altında çalışıyorlarmış. Akşamları sivrisineklerin ısırmalarından dolayı yatamıyorlarmış. Sıtma hastalığına yakalananlar varmış. Tuvalet, banyo, abdest vb. ihtiyaçların hiç düşünülmediği, bütün gün boyunca güneşin altında eğilerek çapa yaptıkları bir hayat mücadelesi veriyorlarmış. İşte o zaman babamın beni göndermeyişinin sebebini anladım. Meğer bana kıyamıyormuş.
Geçen hafta bahsetmiştim. Konya’nın Yunak İlçesi sınırlarında, 26.06.2020 günü Şanlıurfalı mevsimlik gezici tarım işçilerini taşıyan minibüsün kaza geçirmesi sonucu, 7 kişi feci şekilde can vermiş, 12 kişi de yaralanmıştı. Bundan hareketle “Şanlıurfa Özelinde Mevsimlik Gezici Tarım İşçileri” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Konu ile ilgili okurlarımdan olumlu tepkiler aldım. Onun için bu hafta, yine mevsimlik tarım işçilerinin gittikleri beldelerde yaşadıkları sorunları dile getirmeyi uygun gördüm.
Mevsimlik işçilerin çileleri aslında yola koyuldukları gün başlıyor. Çünkü aileler kendi imkânları ile bir minibüs tutmakta ve çoluk çocuk bu minibüslere doluşarak yola revan olmaktadırlar. Hemen hemen her yıl bir veya birden fazla kaza haberini, televizyon kanallarından izliyoruz. Maalesef yaşanan bu kazalarda ölen aile bireylerinin çoğunluğunu çocuklar oluşturmaktadır.
Geldikleri yerlerde, tarla kenarlarında derme çatma çadırlar kurarak, zor şartlarda yaşam kavgası vermektedirler. Çünkü elektrik ve su gibi imkânlardan mahrumdurlar. Genellikle bidonlarla su taşıyarak ihtiyaçlarını gidermeye çalışmaktadırlar. Belediyeler bazen onlara bir tek su hattı çekmektedir. Tabi bu da yetersiz kalmaktadır.
Eskiden elektriksiz hayat mümkünken, günümüz teknolojisi elektriği elzem hale getirmiştir. Çünkü cep telefonlarının şarj edilmesi gerekiyor. Bunun dolayı en azından bir hat elektriğe ihtiyaç duyulmaktadır. Kurumlarımızın hantal çalışması göz önüne alındığında yaşanan elektrik sorununu tahmin edebilirsiniz.
Tuvalet ve banyo belki lüks ihtiyaçlar kategorisine girmiş oluyor. Çünkü tarla kenarlarında kurulu çadır yerleşkelerinde, bu tür lüks ihtiyaçlardan bahsetmek biraz gülünç olacak. Bir de çöp sorunları var. Çöpleri toplanmadığı için genellikle kirli bir çevrede yaşıyorlar.
Bazen çalıştıkları alanları ziyaret ettiğim oluyor. Güneşin yakıcı olduğu öğlen saatinde, kadın ve kızların minibüslerin gölgesine sığınıp, uyumaya çalıştıklarına şahit oluyorum. Şımaracak kimseleri olmayan çocukların yaşadıklarını gözlerinden okuyabiliyorum.
Çocuklar demişken, onların eğitiminden bahsetmek icap ediyor. Çünkü okullar tatil olmadan memleketlerinden ve dolayısıyla okullarından ayrılan bu çocuklar, eğitimlerini yarıda kesiyorlar. Gerçi Milli Eğitim Bakanlığı, işçilerin geldikleri yerlerdeki okullarda eğitimlerini devam ettirmelerine imkân tanıyor. Ama çocukların yaşadığı şartlar ve yaşanan adaptasyon süreci, eğitimin kalitesini epey düşürüyor.
Okullar açıldıktan bir süre sonra memleketlerine giden ve okullarına kavuşan bu öğrenciler, yine arkadaşlarına nazaran okula geç başlıyorlar. Eksik eğitim alan çocuklar, ileride mevsimlik tarım işçisi olmaya aday bir şekilde büyüyorlar. Sistem kendini besleyecek nesiller yetiştiriyor.
Bütün bu sorunları dillendirirken, yeryüzünün adil idarecilere ve yine adil bir gelir dağılımına ne kadar ihtiyaç duyduğunun bir kez daha farkına vardım.
Yani İslam’a.