Emine, hayalleri olan genç bir kızdı. Osmanlı’nın son demlerini yaşaması, onun bu hayallerinin önüne geçmiyordu. Her genç kız gibi hayallerini dantel ve nakışlarla ilmek ilmek atiye işliyordu.

Yaşadıkları yer bir zamanlar Osmanlı’ya başkentlik yapmıştı. Köprühisar şirin bir Osmanlı beldesiydi. Ancak son demlerde yaşanan çatışmalar, köydeki hayatı çekilmez hale getirmişti.

Yavuklusu Hasan, zar zor bulduğu Kırıkkale bir tüfek ile vatan savunmasına katılmıştı. Emine’nin kendi elleriyle nakşettiği mendili de yanına almayı unutmamıştı. Vatanı kurtardıktan sonra gelip, dedesinden isteyecekti Emine’yi.

Köprühisar, Kuvvacıların güçlü olduğu bir köydü. Ama Yunan saldırısı arttıkça artmıştı. Yöre halkı vatan, ar, namus, ırz diye canlarını ortaya koyup, küffarı geri püskürtmeye çalışıyorlardı.

Birkaç kez el değiştirdi köy. Ama en son Kuvvacılar çekilmek zorunda kaldılar. Köye giren Yunanların peşi sıra Rum ve Ermeni çapulcular girdi. O gün ortalık bir vaveyle günüydü. Girilen her evde katliamlar, tecavüzler yaşanıyordu.

Emine, yaşlı dedesi ile birlikte kalıyordu. Evin erkekleri cephedeydiler. Kendilerini savunacak kimseleri yoktu. Kardeşleri, yavuklusu kim bilir neredeydiler. Gelen Rum çapulcular bir bir evlere giriyorlardı. Zaten Derbend, Pamucak ve Susurluk yağma edilmişti. Hayvanlara varana kadar her şey talan edilmişti. Yağma sırası Beypınar, Papadya ve Emine’nin Köyü olan Köprühisar’a gelmişti.

Dede, eline aldığı bir kama ile evin girişinde bekledi. Hiç olmazsa gelecek ilk kişiyi haklayacaktı. Emine ardiyedeki çuvalların arkasında, kuytu bir köşede kendine bir yer bulmuştu. Öyle ya söz konusu olan namustu.

Aslında bir ara Köyün camisine sığınmayı düşünmüştü. Ama Uşak’ta yapılanlar, mabetlerin de güvenli olmadığını gösteriyordu. Burada camiye sığınan kadın, çoluk çocuğu dışarıya çıkarmak için, yakılan otları caminin pencerelerinden içeriye atmışlardı. Dumandan zehirlenmemek için dışarıya çıkanları, hareketli hedef diye atış talimleri için kullanmışlardı.

Evet, evet bu çuvalların arkası Emine için daha güvenliydi. Çok geçmeden bir grup Rum çapulcu içeriye girmişti. İlk etapta dedeyi şehid ettiler. Sıra Emine’yi bulmaya gelmişti.

İsterseniz burada kurgudan gerçeğe geçelim ve Yunan araştırmacı yazar-gazeteci Tasos Kostopulos’ın kitabındaki anlatımlarına başvuralım:

“(Köprühisar 1920: Yunan subayı Dimitriu anlatıyor) Eve girdim, ölü bir Türk ihtiyarın cesedi üzerinden geçtim. İçerden sesler geliyordu. 10 kadar Yunan askeri bir Türk kızını eteklerini kaldırmışlar zorla dans ettiriyorlardı. Bana, “Gel sen de mezeden tat” dediler. Türkçe “Ayıp” dedim. Türk kızı yanıma koştu ayaklarıma kapanarak ‘Beni kurtar’ dedi. Askerlere yalvardım, kadındır yapmayın dedim. Biri süngüsünü çıkarıp bana doğru yöneldi. Kaçmak zorunda kaldım. Kadının çığlıklarını unutamadım. Sabaha karşı Köprühisar’daki bin kadar ev alevler içindeydi.”

Büyük fedakârlıklar, zorluklar sonucu vatan savunması hiç olmazsa Anadolu’nun kurtuluşu ile sonuçlanmıştı. Yeni kurulan Cumhuriyet, yönünü bu tecavüzcü Batı’ya dönmüş, medenilik adına her türlü değer yargılarımızı onlarınki ile değiştirmeye başlamıştı.

Heyhat ki günümüzde, cebinde parası olan her Rum, Türkiye’ye yapacağı turistik bir gezi esnasında bile resmi olarak işletilen ahlaksız mekânlarda yapacağı her türlü fuhşiyata imkan tanıyan ifsad projeler, gelinen noktayı yani uçurumu gösteriyor.

Çok medenileştik çok.