Donald Trump denilen çılgın kovboy, ABD gibi küresel emperyalist bir devletin başına geçtiğinde, bende uyanan düşünceyi sizlerle paylaşmak isterim. “Teksas’ta bir çiftliğim olsa, idaresini bu kovboya vermezdim” demiştim kendi kendime.

Ben eminim ki Trump, ABD’nin uzun vadeli stratejilerini, ilgili stratejistlerden dinlediğinde, elini masaya vurup; “Biz bu işleri neden bu kadar uzatıyoruz; vurup, kırıp, dökelim ve sorunu kökten çözelim.” veya “Ülkemizden on binlerce km. ötedeki ülkelere neden bu kadar kaynak ayırıp, paramızı çarçur ediyoruz. Çekilelim de birbirlerini yesinler.” ya da “Amaaan bir yığın laf ediyorsunuz da yapacaklarımızdan kaç dolar kazanacağız?” gibi tepkiler veriyordur.

Örneğin bu Trump’ın, Suudi Veliaht Prensini çok sevdiği her halinden anlaşılıyor. Çünkü kendisine, muhtemelen karşılığındaki silahları dahi almadan, para ödeyen bir enayiyi Batılılar, özellikle de Trump çok çok sever. Kendisinden aldığı haracı, kameraların camlarına soka soka açıkladığında, Trump’un gözlerinde dönen dolar işaretlerini görmek mümkündü.

Malum, sarı saçlarını muntazaman tarayan, parlak turuncu renkli bu zat, son zamanlarda yine bir çılgınlık peşinde koşuyor. Aslında daha önce attığı adımlar, bahsettiğimiz bu çılgınlığın habercisi sayılıyordu. Neydi bu adımlar? Birlikte bakalım.

Bilindiği üzere İran, ABD’nin önceki  Başkanı Barack Obama döneminde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri olan ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa, ayrıca Almanya ile 14 Temmuz 2015'te bir nükleer anlaşma imzalamıştı.

Trump bu anlaşmadan çekileceğini ve 2015’te askıya alınan İran’a yönelik ekonomik yaptırımlara olduğu yerden devam edileceğini ilan etti.

Bu ambargodan Türkiye, Çin, Hindistan, Yunanistan, Güney Kore, Japonya, Tayvan ve İtalya geçici olarak muaf tutulmuştu. Bu muafiyetin 2 Mayıs itibariyle sona ereceği, yine Trump’ın geçen haftalarda yaptığı açıklaması ile belirtildi.

İran’da rejimin en büyük koruyucu ve kollayıcılarının Devrim Muhafızları olduğu biliniyor. Trump’ın bir başka icraatı da; bu Devrim Muhafızlarını, yabancı bir terör örgütü olarak tanımlaması oldu.

Tırmanan gerginlik sonucu ABD, daha önce Irak Savaşı’nda da kullandığı savaş gemisini körfeze gönderdi.

Bütün bu icraatlar tipik bir kriz yükseltme politikasının atılmış adımları olarak duruyor. Ülkeler bu tür hamleler yapıp, karşılıklı olarak birbirlerini hizaya getirme argümanı olarak kullanabiliyorlar.

Tabi kriz yükseltme politikasının önünün açık ve sonunun geleceği nokta belirsizlik arz ediyor. Bu tür bir politikanın, Trump denilen bir çılgın tarafından sahneye konulmuş olması, her an patlamaya hazır bir bomba etkisi yaratıyor.

Anlaşmadan çekilen ABD’nin tekrar yaptırımlara başvurması, İran cephesinde de; “O zaman nükleer çalışmalar hususunda anlaşmaya aykırı hareket edebilirim” kartına başvurması şeklinde tezahür etti.

Aslında 1979’dan beri ABD ile İran arasında gergin bir zemin mevcut. Bilindiği üzere İran’daki İslam devriminin ardından ABD, Irak’ı kendi adına bir savaşa sokmuş ve bu savaş sekiz yıl sürmüştü.

On binlerce km. uzakta bulunan ABD’nin yanında yer alan körfez ülkeleri ise daima İran’ı bahane ederek, güvenlikçi politikalar ürettiler. Bu şekilde Amerika’ya silah parası akıtıp, yanı başlarındaki Müslüman halklara ihanet ettiler. Halihazırda Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri, bu hususta başı çekmektedirler.

Yerel bazda ABD ile işbirliği içinde olanların, İran ile gerginlikleri daima süregelmiştir. Gerek ABD gerekse körfez ülkeleri üzerinden devam eden gerginlikler, ilk defa Trump zamanında, bu şekilde ete kemiğe bürünen bir savaş (War) olasılığını ortaya çıkarmış durumdadır.

Savaş arzu edilmez ama bazen “Var” olabilmek için bu “War” denilen şeye ihtiyaç hâsıl oluyor.