Resullulah, peygamber olmadan önce ona El Emin vasfını verenler, peygamberlikten sonra aynı insana en ağır hakaret ve iftiralarda bulundular. Hâşâ; yalancı, sihirbaz, cin çarpmış, makam mevki düşkünü dediler. Dediler de dediler. Demedik bir şey bırakmadılar.

Halka böyle açıklamalarda bulunanlar, yalnız kaldıklarında ise, birbirlerine peygamberin haklılığını, doğruluğunu itiraf ediyorlardı. Kimse onun şahsında bir kusur bulamıyordu. Getirdiği hakikatleri çürütemiyordu. Hal böyle olunca bu sefer kaba kuvvet devreye giriyordu. İşkence, hapis, sürgünler başlıyordu. Bu şekilde Hakkın taraftarlarını susturmaya çalışıyorlardı.

Hak ile batıl arasındaki mücadele başladığından beri, hep aynı hakikati görmüyor muyuz? Hangi peygamberin hayatına bakarsak bakalım, ne zaman peygamberlik davası ile ortaya çıktı ise, işte o zaman çıkarları zedelenenler onlara en ağır iftira ve komplolarda bulundular. Peygamberlere karşı öyle bir iftira kampanyasına başladılar ki, ne şahsiyetlerini, ne haysiyetlerini, ne şereflerini bıraktılar. Davasının önüne geçemeyenler şahsının önüne geçmeye çalıştılar. Böylece davasını söndürmeye çalıştılar. Yer vermediler, yol vermediler, davası ile tek başına bırakmaya çalıştılar. Allah`ın nurunu ağızları ile söndürmeye çalıştılar.

Bu meselenin aslı hak- batıl meselesiydi ve kimsenin şahsı ile alakalı değildi. Bu olay sadece tarihte yaşanmış oldu-bitti bir olgu da değildi. Her zaman ve mekânda tezahür eden ilahi bir kanundur. Tıpkı yağmur yağmanın şartları oluştuğunda yağmurun yağması gibi. Hakikat ehli ortaya çıktığı zaman batıl ehli de iftiraları ile ortaya çıkar ve yağmur gibi yağdırırılar iftiralarını. İmanı ve iradesi zayıf olanlar bu fitne yağmurunda ıslanırlar. Akılları karışır. Hak ile batılı birbirlerine karıştırırlar. Bu mücadele ilahi bir sünetullahtır ve asla değişmez. Hakkı görmek istiyorsan amellere bakacaksın.

Bu çağda da bu iftiralara çok şahit olduk. Cumhuriyetin ladini kanunlarına karşı peygamberi bir dava ile kıyam eden Şeyh Said hazretlerine İngiliz ajanı dediler. Bediüzzaman hazretlerine dini siyasete alet ediyor, şahsi menfaat elde ediyor dediler.
Yine bu peygamber davasının günümüz temsilcilerinden biri olan Hizbullah cemaatine yıllarca türlü iftiralar attılar. Başta PKK medyası ve taraftarları olmak üzere, onların yandaşları, yoldaşları hep aynı iftiraları ısıtıp ısıtıp servis ettiler. Daha sonra talimatlarla diğer medyaya oradan da İslami basına bulaştı. Bu da yetmedi devletin derin kurumları buna el attı. Derin adamlarını konuşturarak yandaş ve yoldaş medyaya manşetler attırdı.

Devlet, 2000 yılında Beykoz`a yaptığı operasyondan elde ettikleri bilgi ve belgeleri saklayarak olmamışları olmuş, yapılmamışları yapılmış gibi göstererek büyük bir iftira saldırısı başlattı. Öyle bir saldırdı ki bir Allah`ın kulu çıkıp da bunu sorgulayamadı bile. Kimse bu iftira ve yalanların aslını görmedi, görmek istemedi.

Bu iftiralara maruz kalmış elleri kolları bağlı mağdurlar onları Allah`a havale ettiler ve kendi işlerine koyuldular. En ufak bir şüpheye düşmediler. Çünkü kimse yalanlarla hakkın üstünü örtemez. Batıl hakka galip olamazdı. Eninde sonunda hakikatler ortaya çıkacaktı.

İftira ve yalancılar bir gün buna artık kimsenin inanmadığını gördüklerinde artık onlar da yalan söylemekten vaz geçecekler. Hakikati kendileri de itiraf edecekler. Çünkü Allah hainleri, iftiracıları ve yalancıları sevmez. Onların kurduğu tuzakları başlarına geçirir. Ve onlar asla başarılı olamazlar.

İşte bugün bu hakikatler bir bir itiraf ediliyor. Dün yıllarca emniyet genel müdürlüğü yapmış devlet görevlisi bunu itiraf etti. Bugün PKK örgütünün en başında bulunan kişiler bunu itiraf ediyorlar.

Ve bir gün devletin başındakiler de bunu itiraf edecekler. Ve bu insanlardan özür dileyecekler.