Allah azze ve celle Kuranda, Enfal suresinin 24. Ayeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

“Ya eyyuhellezine amenu; isteciibuu lillahi velirresuli, iza deékum lima yuhyikum.”

“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun.(Enfal-24)

Nasıl yağmur yağdığı zaman yeryüzüne hayat veriyorsa, Allah ve resulünün daveti de insanlığa hayat verir.

Nasıl toprak! Yağmur yağdığı zaman, bu yağmurla yeni bir hayat buluyorsa, Allah ve Resulünün daveti de tıpkı yağmur gibi bütün damarlarımıza işleyerek bize yeni bir hayat verir. Bu hayat ile insan yeniden dirilir. Çünkü insan fıtrati işemiş olduğu günahlarla bozulmuştur.

İşte bu çağrı bu fıtratı yeniden diriliş çağrısıdır.

Bu dünyada Allahın ve Resulünün hayat veren bu diriliş çağrısına cevap vermeyenlere ahiretteki dirilişleri de bir fayda vermez. Allah bu konuyu kuranda şöyle haber vermektedir; ( fenufixe fissuri feiza hum minel ecdasi ila rabbihim yensiluun. Kalu ya veylene membeésena min merkedina. Haza ma vederrahmanu ve sedekel murseluun.) Sura üfürüldüğü zaman, ve insanlara hayat veren bu çağrıyla insanlar dirildiği zaman, derler ki; ey vaah ey vaah! Yattığımız yerden bizi kim diriltti. Ölüp kurtulur sanmıştık. Bir daha bu çağrıyı duymayacağımızı sandık. Ey vaah ey vaah!

Bugün bir kere değil bin kere eyvah demen lazım.
 
“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun.(Enfal-24)

Peygamberin daveti, fıtrat üzere insanları canlandıran bir davettir. İnsan fıtratının ölmemesi ve hayat bulması için de tekrar tekrar Allah ve Resulün davetinden içmesi lazımdır. Yoksa fıtratı bozulur, çürür ve ölür. Tıpkı insan bedeninin yemeğe ihtiyaç duyması gibi, insan ruhunun ölmemesi için de bu davete ihtiyacı vardır. Hem de günde en az beş sefer. Onun için Allah bizi günde beş sefer bu dirilişe çağırmıyor mu?

Bu davete lebbeyk demeyenin ruhu ölür, ancak Ebu cehil olur, firavun olur, nemrut olur. Cehenneme odun taşıyan Ebu leheb ve karısı gibi olur.

Peygamberin daveti şifa veren şeyleredir.

İnsan hayatı için bir ilaçtır. (ma huve şifaun lil muminine), o müminler için bir şifadır.

Manevi birer ilaçtırlar.

Çünkü maneviyatı yok olan bir insana maddi ilaçlar fayda vermez. Bugün her köşe başında bir eczane, hastane ve klinik var.
Ama insanların dertlerine çare olamıyorlar. Çünkü Kuranın ruha hayat veren ilacından kullanmıyorlar.
İstediği hekime gitsin, istediği ilacı alsın.

O yine hastadır yine bunalımdadır.

İnsanlar resulullahı doktor, kuranı reçete ve salih amelleri de ilaç olarak almadıkça bu hastalıklardan asla kurtulamazlar.
Peygamber aleyhisselam devlet başkanlarına elçiler gönderdi. Mısır meliki Mukavkıs`a da elçi gönderdi. Mukavkıs elçi ile beraber peygamberimize bir de doktor gönderdi.

Doktor gelince dedi ki:
 
"Efendim! Mukavkis, beni, size hizmet için gönderdi. Hastalarınıza bedava bakacağım! "
 
Rasûllülah efendimiz kabul buyurdu. Doktora, bir ev verdiler. Her gün nefis yiyecek, içecek götürdüler. Günler, aylar geçti. Bir Müslüman, doktora gelmedi. Doktor, utanıp gelerek dedi ki:
 
Efendim! Buraya, size hizmet etmeye geldim. Bugüne kadar, bir hasta gelmedi. Boş oturdum, yiyip içip, rahat ettim.
Müsaade ederseniz, artık gideyim. Rasûlüllah efendimiz tebessüm ederek buyurdu ki:
 
"Sen bilirsin! Eğer daha kalırsan, misafire hizmet etmek, ona ikramda bulunmak, Müslümanların başta gelen vazifesidir. Gidersen de uğurlar olsun!
 
Yalnız şunu bil ki, burada senelerce kalsan, sana kimse gelmez. Çünkü Ashabım hasta olmaz! İslâm dini, hasta olmamak için yol göstermiştir. Ashabım temizliğe çok dikkat eder. Acıkmadıkça bir şey yemez ve sofradan da, doymadan kalkar!"

İşte İslam ferde ve topluma hayat veren ilkeler koyuyor. İçki, kumar, fal okları, fuhuşiyatı yasaklamakla ferdi ve aileyi koruma altına alır. Hayat veren ilkeler koyar.

“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun.(Enfal-24)

( Li yun zire men kane hayyen) ruhu diri olanlar, fıtratı diri olanlar için bir uyarmadır.

Allah ve resulünün davet ettiği şeyler hayatında olmayan insan yaşayan bir ölüdür. Tıpkı ağaçlar içinde kuru bir ağaç gibidir. Ne gölgesi vardır, ne yaprak, ne meyve ve ne de çiçeği vardır. Uzaktan bir ağaç sanırsın ama yanına geldiğinde kuru bir odun olduğunu görürsün.

İşte, Hz. İsa (as)`ın ölülere üflediği hayat bu vahiyden fışkıran hayattır.

Onunla ölüleri diriltiyordu. Çamurdan yaptığı kuşlar can buluyordu.

Peygamberin davetine ölüler bile, mezardan kalkarak icabet ediyorlardı. Lebbeyk diyorlardı.

Peygamberin, hayat veren sevdasına köleler “lebbeyk” dediler, efendi oldular.

Çobanlar “lebbeyk” dediler bu sevdaya, komutan oldular, vali oldular, yönetici oldular.

Yeryüzünün halifeleri oldular. Daha dünyada iken cennetle müjdelendiler.
“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun.(Enfal-24)

Nasıl ki, insanlar fert fert bu davete lebbeyk diyerek yeni bir hayat buldular. Toplumsal hayat da, Allah ve resulünün daveti sayesinde yeni bir can bulur.

Ruhsuz bir bedenin, güzelliği, canlılığı ve manası kalmadığı gibi, peygamberi davetine, peygamberi sevdaya icabet etmeyen bir milletin de anlamı, kıymeti ve itibarı kalmaz.

Türkiyeli bir Müslüman Cuma günü Arabistan`da gittiği bir camide hoca hutbe veriyormuş. Demiş ki; Allahın dinine hizmet ettiği zaman Allahın bir toplumu aziz kılması ve dine hizmeti terk ettiği zaman zelil olmasını anlamak isteyen Türkiyeli Müslümanlara baksın. Onlar dine hizmet ettikleri zaman biz Arabistan halkı onlara hizmet ediyorduk. Buraya valiler, komutanlar, yöneticiler gönderiyorlardı. Ama ne zaman dine hizmeti terk ettiler, bizim hizmetçilerimiz oldular. Dün buraya yönetici olarak gelenler, bugün buraya temizlikçi, hizmetçi olarak, işçi olarak geliyorlar.
Bu çağrı, bütün toplumu kardeş yapan ilahi bir çağrıdır.

Tıpkı ensar ve muhacirler gibi.

Bugünde bu toplumu birleştirecek sevda; Ne batı, ne doğu, ne Kürtçü, ne Türkçü.

Ancak ve ancak peygamber sevdasıdır. Peygamber sevdalılarıdır.

Bu sevda kimlik sormaz. Bu sevda renge bakmaz. Bu sevda kardeşliğin sevdasıdır. Bir milletin değil, bir ümmetin sevdasıdır. Sadece yerdekilerin değil gökteki meleklerin de sevdasıdır.

Bu sevdanın dışındaki sevdalar bizi böler parçalar. Ancak bu sevda kardeş yapar, Mekke ile Medineyi. İstanbul ile Kahireyi. Diyarbakır ile Edirneyi. Ancak bu sevda kardeş yapar ülkeleri, milletleri, devletleri.

Bu sevda ile Ömer adil olur, Ebubekir, Sıddık olur, kara Bilal güneş olur.

Hani bizim Sıddıklarımız, Bilallerimiz, Ömerlerimiz.

Kimin sevdasına kurban ettik çocuklarımızı? Daha ne zamana kadar sahte sevdalara kurban edeceğiz?

Peygamberin sevdası, bu yönü ile de hayatı anlamlı kılan bir sevdadır.

Hayat ancak onunla anlam bulur. Meryemlere, Haticelere, Fatmalara bu çağrı hayat verdi. İsalar, Musalar, İbrahim ve Muhammed aleyhisselamlar bu hayat veren çağrı ile yetiştiler.

Onsuz büyüyenler ancak nemrut olur, firavun olur ve şaron gibi zalimler olur.

“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun.(Enfal-24)

Dünyanın cennet olması, nacak İslam`ın yaşanmasıyla mümkündür.

Bugün insanlık cehennemi yaşıyorsa İslam olmadığı içindir.

Müslümanların, Allah ve resulünün davet ettiği hayat veren şeylere uymamasından dolayıdır.

Allah ve resulünden uzak kalmasından dolayıdır.

Kuran insanları hayat veren bir yaşantıya davet ederken, bugünkü medeniyet insanları sadece ahlaksızlığa, bozgunculuğa ve ölüme çağırmaktadır.

Cehennem gibi bir hayata çağırmaktadır. Bugün gençlerimiz, çocuklarımız bu cehennemde diri diri yanıyorlar. Çünkü Allah bir sonraki ayeti kerimede şöyle buyuruyor;

Vettekû fitneten lâ tusîbennellezîne zalemû minkum hâssah, va`lemû ennallâhe şedîdul ikâb.

“ Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak, HEPİNİZİ perişan edecek olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah azabı çetin olandır.”(enfal 24). İşte köşelerine oturan, hak için meydanlara inmeyen, peygamberin sevdasına ve davetine lebbeyk demeyenleri Allah böyle tehdit etmektedir. Sakın kendinizi kurtulmuş sanmayın. Daha ahirete bırakmadan, daha dünyada iken bile azabı tadarsınız. Çünkü zalimler kendi köşelerinde oturmuyorlar ki. Ey Müslüman! Sen nasıl oturursun?
Yeryüzünün halifesi sen misin yoksa o zalimler mi?
Dünyanın her köşesinde katliamlar, zulümler, baskılar, devam etmektedir. Teröre karşı savaş verdiğini iddia eden ZALİMLER en büyük terörü işlemekte.

Barış ve adalet adına ortaya çıkanlar ilk önce kendileri barış ve adaleti katletmektedirler.

Bugün batı medeniyeti, insanlığa hayat değil ölüm getirmektedir.

Hâlbuki Allah ve resulü, insanlığı barışa, huzura ve kardeşliğe çağırmaktadır. İşte hayat veren çağrı budur. Bunun dışındaki bütün hayatlar memattır memat.

Sevdası, peygamberin sevdası olmayanlar, davası peygamberin davası olmayanlar boş bir davanın peşindedirler.
Peygamberi kendine rehber ve önder edinmeyenler, bizim rehberimiz ve önderimiz olamazlar.

“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun.(Enfal-24)

Bu SEVDANIN hayat verdiği insan ölümsüz insandır. Bu sevdanın hayat verdiği toplum, saadetli ve huzurlu bir toplumdur.
Muhammedi bir hayatı olmayanın, Muhammedi bir sevdası olmayanın, insanlığa bir faydası olamaz.

Çünkü kendisine faydası yoktur. Kendisine faydası olmayanın topluma da bir faydası olmaz. O bir ölüdür. Önce onun ruhu ölmüştür, sonra da bedeni ölecektir.

O zaman tercihimizi yapalım, cennet mi cehennem mi?

Allah ve resulünü çağırdığı hayat fışkıran Kur ‘ani bir hayat mı?

Yoksa şeytanların ve zalimlerin zulmü altında sefil bir hayat mı?

“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun.(Enfal-24)

Allahın hayat veren bu davetine ve peygamberin hayat veren bu sevdasına, buyurun hep beraber lebbeyk diyelim.

Bütün insanları ve melekleri şahit tutarak diyelim ki; “ lebbeyke Allahumme lebbeyk. lebbeyke Allahumme lebbeyk. lebbeyke Allahumme lebbeyk.”

BU KUTLU DOĞUM AYINDA, KUTLU DOĞUM PROĞRAMLARI İÇİN GECELİ GÜNDÜZLÜ ÇALIŞAN KARDEŞ VE BACILARIMA GÖNÜLDEN TEŞEKKÜR EDERİM. BU ÜMMETE BU MUTLULUĞU YAŞATANLARA, VE YENİ BİR HAYAT VERENLERE ALLAHTAN DA CENNET MUTLULUĞUNU VE HAYATINI YAŞATMASINI NİYAZ EDERİM.