“Başladık, başlıyoruz, başlamak üzereyiz, ansızın geleceğiz…” derken Afrin`e yönelik askeri operasyon başladı ve devam ediyor.
Afrin`i ve Suriye`deki savaşı artık uluslararası bir boyut kazanmış olan Kürt meselesinden bağımsız ele almak yanlış olur.
Zira zamanında bölgesel aktörler tarafından siyasi yollarla çözülmemiş olan Kürt meselesi, hem uluslararası bir boyut kazanmış hem de çatışma ve savaşlara davetiye çıkararak can yakmaktadır.
Bu gidişle ve bu kafayla can yakmaya da devam edecek gibi görünmektedir.
Zaman zaman siyasal iktidarlar tarafından ortaya konulan iradeler, Türkiye`nin kirli politik geçmişinin özeti olan “siyasi çıkar” bariyerini bir türlü aşamıyor.
Hatırlanacağı üzere hükümet, PKK ve HDP ile “Çözüm Süreci” isminde bir ortaklık başlatmış, hükümet sistemi değişikliği dâhil olmak üzere anayasayı değiştirme ve Kürt meselesini çözüme kavuşturma yönünde bir irade ortaya koymuştu.
O dönem adı konulmamış bu ittifaka meşruiyet kazandırma ve süreci halka mal etme adına söylenmedik söz, yapılmadık bir şey kalmadı.
Hükümet üyeleri ve özellikle de sürecin koordinatör aklı “Beğenseniz de beğenmeseniz de Kürtlerin lideri Öcalan`dır!” diyor; “Öcalan dünyayı ve olayları gayet iyi okuyor!” büyük hakikatine(!) yeni yeni muttali olunuyordu.
Her fırsatta sürecin tıkır tıkır işlediği, asker ve polis cenazelerinin artık gelmediği ifade edilirken, en üst düzeyden “Türk-Kürt milliyetçiliği” ayaklar altına alınıyordu.
Eş zamanlı olarak da silahlı örgüt militanları ve yandaşları şehirlerde açıktan silahla dolaşıyor, asayiş güçleri(!) oluşturuyor, vergi-yargı birimleri oluşturarak sosyal hayatı denetim altına alıyorlardı.
Estirilen bu havanın yalancı bir bahar ve aldatmaca olduğunu, örgütün silahı bırakacağı üzerine siyaset inşa etmenin tam bir ferasetsizlik ve basiretsizlik olacağını, yaşananların fırtına öncesi sessizlik olduğunu, örgütün hem ideolojik yapısı hem de emperyalist güçlerle olan girift ilişkiler ağının silahı bırakmaya asla müsaade etmeyeceğini, örgütün el altından her evde eli silah tutan herkese silah verdiğini, şehirlere tonlarca patlayıcı yerleştirdiğini, adım adım bir felakete doğru gidildiğini vs. dile getiren sesler kısılmaya çalışılıyor, hatta bütün bunları yüksek sesle haykırmaya çalışan HÜDA PAR, oyun bozanlık yapmak ve yaşananlardan siyasi rant elde etmekle suçlanıyordu.
Öte yandan ABD`nin Adana Konsolosu John Espinoza, hükümetin ve herkesin gözleri önünde bir müstemleke valisi gibi Kürt illerini dolaşıyor, adına yakışır şekilde açık açık espiyonaj(casusluk) faaliyetlerinde bulunuyor, üstelik o necis ellerinden damlayan milyonlarca masum insanın akan kanına aldırış etmeden dalga geçer gibi Diyarbekir`de, Dağkapı Meydanı`nda HDP`li belediye ile ortak bir iftar programı düzenleme küstahlığında bulunuyordu.
Kamuoyunun tepkisi ve yapılan hiçbir uyarıya aldırış edilmeyince de “Dirar çadırı”, Kürdistan`ın izzetli evlatları tarafından sökülerek sahiplerinin ve kuklalarının başlarına geçiriliyordu.
Bunun üzerine 5 Ekim 2014`te soluğu ABD`de alan HDP yöneticisine düğmeye basma talimatı veriliyordu.
Sonuç: HÜDA PAR`ın uyarı sadedinde söylediklerinin tamamını haklı çıkaran bir FELAKET.
Silahlı örgüt öngördüğümüz gibi, “Silahlı devrimci halk ayaklanması başlatmış, şehirleri savaş alanına dönüştürmüş, bu toprakların tarihinde hiçbir zaman görülmemiş bir vahşetle masum insanlar katledilmiş; örgütün siyasi kanadı ise emperyalist güç odaklarından aldığı talimatın gereği bütün siyasetini “Seni başkan yaptırmayacağız!” üzerine inşa etmişti.
Mazlum halkın gasp edilmiş dil ve kimlik taleplerinin ise kimsenin umurunda olmadığı, hele hele silahlı örgüt ve siyasi kanadı açısından sadece bir vitrin malzemesi olduğu bir kez daha açığa çıkmıştı.
Derken çok büyük laflar ve burnundan kıl aldırmaz tavırlarla tedavüle sokulan süreç, Dolmabahçe`de devrilen masanın altında kalmış ve çözüm sürecinin anlı şanlı kudretli koordinatörleri ‘siyasi mevta` olarak tarihteki yerlerini almıştı.
Cumaya devam edelim inşaallah