Kudüs'ün kaderi nerde?

BMGK(Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi)'de mi?

Ankara, Tahran, Bağdat, Şam, Kabil, İsfahan veya Kuala Lumpur'da mı?

Dün değil, evvelki gün yapılan BMGK toplantısında ABD'nin aldığı Kudüs kararının yeniden ABD vetosuna takılması, ilk seçeneği tamamen devre dışı bırakıyor.

Yarın yapılacak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'ndaki oylamanın da yaptırım veya kararın iptali noktasında bir hükmü kalmıyor tabiatıyla.

Ancak bu süreç içerisinde İslam ülkelerinin bu konuda ortak bir noktada buluşarak cılız da olsa cesur adımlar atmaları elbette iyi gelişmeler.

Kaldı ki BM, NATO ve IMF gibi uluslararası kuruluşların hem siyonizmin hem de emperyalizmin âli çıkarlarını gözetip kollama maksatlı oluşturulduğu da bilinen bir gerçek.

ABD ve siyonist işgalci çetenin bugüne kadar BM'nin kendi aleyhlerine aldığı hiçbir kararı tanımadığı da ortada.

Bu iki küstah yönetimi dünyanın tamamını karşılarına almaya iten sâik, elbette güçlü olduklarına dair düşünceleridir.

Mademki siyonist işgalci için genel geçer akçe "güç"tür, o halde siyaset ve diplomasiyle beraber siyonist terör şebekesine karşı askeri tedbirler ve güç seçeneğine de yoğunlaşmak gerek.

İkinci seçenekte başkentleri ile dile getirdiğimiz İslam ülkelerini reel anlamda harekete geçirecek olan iki İslam ülkesi, Türkiye ve İran'dır.

Her iki ülkenin halkları ve yöneticilerinin Kuds-ü Şerif ve Mescid-i Aksa hassasiyetleri göz önünde.

O halde Ankara ve Tahran'ın hem kendileri hem de diğer ülkelerin iç çatışmalarla daha fazla güç kaybına uğratılmaması için 'engelleyici motor güç' olmaları gerekmektedir.

Ankara; Kürt meselesi başta olmak üzere içte çatışma ve kamplaşmalara sebebiyet veren laikçilik, Atatürkçülük gibi dayatmaları 'adalet' temelinde, "Milletin birliği ve beraberliği" lehine acilen çözecek adımlar atmalıdır.

İran ise merhum İmam sonrası sıklıkla dile getirilen "Mezhepçilik" eleştirilerini dikkate almalı ve özellikle Sünnî dünyayı rahatlatacak bir söylem ve eylem pratiği geliştirmelidir.

Hemen ardından yine bu her iki ülke bölgesel olmaktan da çıkmış Kürt ve Kürdistan meselesine hak, hukuk ve adalet noktasında bir çözüme odaklanarak siyonist ve emperyalist güç odaklarının bu meseleyi daha fazla istismar etmelerine engel teşkil etmelidir.

Bugünden başlayacak böylesi bir çalışma, İslam ülkelerini Merhum Erbakan Hoca'nın ifadesi ile "israil laftan değil; güçten anlar" şeklindeki doğru ve netice alıcı bir aşamaya getirecektir.

                         Geçmiş olsun Göktaş Hocam!

Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde bir fikir kulübü olan "Hür Nida Gençlik Kulübü" yasal izinleri alınmış, şiddet çağrısı asla içermeyen ve konuşmacısının Mehmet Göktaş Hoca olduğu bir etkinlik düzenliyor.

Etkinlik şehir eşkıyaları tarafından hakaret, küfür ve şiddet kullanılarak basılıyor.

Üstelik gündüz gözü ve polisin gözleri önünde.

İhmali aşan bir güvenlik ve istihbarat zaafiyeti olduğu kesin.

Şahsen ben çok şaşırmadım, çünkü son bir yıldır buna benzer vakalarla o kadar sık karşılaşıyoruz ki!

Daha bir ay önce Diyarbekir'de bir ayağı protezli bir bacımızın evine yapılan insanlık dışı baskının etkisinden dahi kurtulmamışız.

Erzurum'daki hadisenin de bundan bir farkı yok.

Üstelik bunların hepsinin bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olduğu ve aynı merkezden yönlendirildiğini düşünmemiz için çok sebep var.

Amaç net: "Darbe karşıtı cepheyi zayıflatmak!"

O halde bilmek istiyoruz:

FETÖ'den boşalan yerlere atanan silahlı bürokrasiye "Eski Türkiye" günlerine bizi geri döndürecek adımlar mı attırılıyor?

Bekasını halkının birliği ve beraberliği değil de çatışması üzerine kuran darbeci anlayış geri mi geliyor?

Ankara'da ayyuka çıkmış ve artık herkesçe dillendirilen "İçişlerinde Susurluk ve 28 Şubat dönemlerinden kalma figür ve unsurların hakimiyeti var!" iddiası doğruluk mu kazanıyor?

Sahadaki yansımalar durumun vahametini ortaya koyuyor.

Gerisini hükümet düşünsün!

Geçmiş olsun Göktaş hocam ve hocalarına sahip çıkan aziz ve azize genç kardeşlerim!