Bizim Adıyaman Kürtçesi`nde meşhur bir deyiştir:
“Hetta ku iş xiranebin çé nabın!”
Yani işler bozulmadan düzelmez!
Yoruma açık elbette.
Ancak uzunca bir süredir ülkede gerek iç gerekse de dış politikada bu söze haklılık kazandıracak gelişmeler yaşanıyor.
Hükümetin Suriye politikası, FETÖ ile süren uzun ortaklığı ve çözüm süreci.
Sadece bu üç husus, nerede ise ülkenin altını üstüne getirecek kadar düzeni bozdu.
Şimdi ise düzeltme adına bir şeyler yapılmaya çalışılıyor.
Başından beri söylediğimiz, “Suriye meselesinin silahla çözülmemesi ve silahlı gruplara destek olunmaması, siyasi yollarla çözümün zorlanması, Türkiye ve İran başta olmak üzere bölge ülkelerinin bir araya gelerek sorunu çözmeleri gerektiği vs.”
Çözüm sürecinde ise ısrarla dile getirdiğimiz, sivil anlamda bir çözüm iradesinin ortaya çıkmasının olumlu ancak silahlı örgütün tek başına muhatap kabul edilmesi ve Kürt halkının tek temsilcisi olarak görülmesinin yanlışlığı…
FETÖ meselesinde ise milletin değil, bazı karanlık güçlerin hizmetinde oldukları aşikâr hale gelen bu fesat şebekesinin sırtını devlete dayayarak, emperyalizmin bu coğrafya üzerindeki hesaplarına engel olma potansiyeli bulunan yapıları nasıl yok etmek istediğini delilleriyle anlatmaya çalışmamız…
Sesimiz duyuldu mu?
Evet.
Gereği yerine getirildi mi?
Hayır.
Daha yeni yeni bu çözüm önerilerimiz uygulama alanına konuyor.
Çok geç olmasına ve çok ama çok ağır bedeller ödenmesine ve yine çok ağır veballerin altına girilmiş olmasına rağmen kuşkusuz desteklenmesi gereken olumlu adımlar bunlar.
Ortaya konan bu stratejiler, çözüme doğru atılan gerçekçi adımlar olduğu için, Suriye ve İslam coğrafyasının tamamında savaş ve istikrarsızlığın hâkim olmasını isteyen sömürgeci güçleri fena halde rahatsız etmiş durumda.
Kimi Avrupa ülkelerinin Saddam`ı, Kaddafi`yi şeytanlaştırdıkları gibi Erdoğan`ı da şeytanlaştırmaya başladıkları açıkça görülüyor.
Erdoğan`ın attığı her hamleye açıktan bir karşılık veriliyor artık.
Türkiye`nin Rusya ve İran`la yakınlaşması, hele hele Rusya ile S-400 füze antlaşması imzalamasına karşı Almanya, Türkiye`ye silah satışını durdurarak ve AB sürecini tamamen rafa kaldırarak cevap veriyor.
ABD ise Rıza Zerrab ve son tahlilde Erdoğan`a bir tehdit unsuru olarak Zafer Çağlayan üzerinden elinin altında bulundurduğu FETÖ mensubu hâkim ve savcılara hazırlattığı iddianame ve mahkeme süreci ile mukabelede bulunuyor.
Hedef tabi ki Erdoğan!
Bu yöndeki gelişmeleri hem 17-25 Aralık`ın hem de 15 Temmuz`un devamı olarak görmek mümkün.
Çok yakında ABD`deki davada Türkiye`deki 17-25 Aralık iddianamesinde geçen “Dönemin Başbakanı”, “Örgüt lideri Recep Tayyip Erdoğan” ve “Recep Tayyip Erdoğan`ın örgüt üyelerine verdiği talimatlar” gibi ibareler yer alırsa hiç şaşmamak gerekir.
Batı`nın korkusu belli:
Yeni bir İran vakası yaşamamak!
Çünkü İran, devrimden sonra başlayan ve halen devam eden ambargoları fırsata dönüştürmüş; akıllıca bir hamle ile Rusya`ya yanaşarak silah teknolojisini oldukça geliştirmişti.
Madem hakikat-i hal budur.
O halde Cumhurbaşkanı sıfatı ile Sayın Erdoğan içerden ve dışardan çıkacak cırtlak seslere aldırmadan, Batı`nın bu ülkeye dayattığı bütün siyasal tasarımları reddederek ve onların yerine yerli bir anlayışı(milletin değerleri ile barışık, ülke sosyolojisine uygun, farklılıkları reddetmeyen özgürlükçü bir anayasa) egemen kılarak cevap vermelidir.
Ayrıca onlar seni yargılamadan sen onları yargıla!
Nasıl olsa elinde 15 Temmuz darbe girişimine destek verenlerin tapu gibi listesi var!
AB`ye gelince; bir ilk adım olarak AB Bakanlığı`nı pasif moduna al ve acilen bir İslam Ülkeleri Bakanlığı`nı kur!
Bu ülkeden kaşıkla değil, kepçe ile çalmaya alışık olan hırsızlara verilecek en büyük cevap budur.
Bu yapılmadığı takdirde bu eve göz dikmiş ve bu evden vazgeçmeyi aklından bile geçirmeyen hırsızlara karşı kapı ve pencereler sonuna kadar açılmış olur.
Bu konuda da bilinçli veya bilinçsiz “İşler bozulmadan düzelmez!” taktiğine sarılmak karşısında yine Adıyaman Kürtçesi ile uyarımızı yapmış olalım:
“Diya meriya tım lawıka nine!”
İnsanın anası sürekli erkek çocuk doğurmaz!
Selam ve dua ile…