Bir önceki yazımızda şöyle bir soru sormuştuk:
“ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde PKK-PYD'ye bir statü vermesi, süreç içerisinde kendiliğinden gelişen bir durum mu, yoksa bölgenin yeniden dizaynı için uzun zaman önce planlanan stratejik bir hamle mi?”
ABD`yi ve ABD`nin bölgesel planlarını, daha önce çekiç güç üzerinden PKK`ye olan desteğini, Ortadoğu denilen İslam coğrafyasında uluslararası sistemle uyumlu seküler hareketlerle çalışma isteğini bilenler için cevabı son derece kolay bir soru.
Kuşkusuz ABD, PKK`ye destek verdiği ilk günden itibaren PKK`ye bir statü vermeyi kafasına koymuş ve bölgenin yeniden dizayn edilmesinde bu örgütü koçbaşı olarak ileri sürmüştü.
Sadece uygun bir zamanı beklemişti.
Suriye iç savaşının Kobani ve Türkiye`deki çözüm sürecine denk gelen kısmını en uygun zaman olarak gördü ve düğmeye bastı.
Çözüm sürecinde bölgenin açıktan ve resmen PKK`ye teslim edildiğine ağır bedeller ödeyerek şahitlik etmiş bir camianın mensubu olarak planın Türkiye ayağı ile Suriye ayağının tam bir koordinasyon içinde yürütüldüğünü düşünenlerdenim.
Hem neden öyle olmasın ki?
Sömürü tezgâhının sahipleri hiçbir şekilde tezgâhlarını kaybetmek istemezler.
Bu meseleyi İstanbul`da iken fırsat bulduğumda ziyaret ettiğim ayakkabıcı esnafı bir akrabamın(kirvem) dili ile izah etmek isterim.
Taşı toprağı altın diyerek 25-30 yıl önce İstanbul`a gelen kirvem, Gedikpaşa`daki ayakkabı imalatı tezgâhından İkitelli`ye yeni yeni terfi edenlerden biri.
Sektörü aşağı yukarı bütün boyutları ile bilen, içte ve dışta tezgâhın nasıl işlediğini süreç içerisinde öğrenen, kendi halinde mütevazı biri.
“Yeter artık tüketicilik!” diyerek hammadde imalatı için birkaç tüccar arkadaşı ile giriştikleri bir maceranın kendilerine nasıl pahalıya patladığını acı tebessümler eşliğinde uzun uzun anlattı bana.
Meselenin teknik detayları değil; ama ticaretteki bu sömürü düzeninin siyasetteki yansımaları tam olarak konumuzu oluşturuyor.
Hammadde üreticisi yurtdışındaki büyük firmaların bir araya gelmelerini engellemek için neler yaptıklarını, bazı arkadaşlarını özel davetlerle bu işten vazgeçirmek için onlara ne teklifler yaptıklarını, bu dilden anlamayanlara ise üstü kapalı tehditleri nasıl savurduklarını ayrıntılı olarak anlattı.
Öyle ya, en az elli yıldır tezgâhını kuran ve binlerce ayakkabı imalatçısına milyar dolarlık hammadde satan sömürü tüccarı, tezgâhını kaybetmek ister mi?
Kirvem, aslında bu coğrafyada iki asırdır siyaseten de yaşananları özetlediğinin farkında bile değildi.
Ticari, siyasi ve askeri alanlar başta olmak üzere sömürü düzeninin sahiplerine karşı mütevazı da olsa “Birlik” oluşturmaya çalışan yapıların nasıl insafsızca yok edilmek ve çeşitli kumpaslarla nasıl alaşağı edilmek istendiğini yakinen biliyoruz.
Ama sömürü tezgâhının sahiplerine karşı alternatif birlikler peşinde koşmayan, kendisini fırka-i nâciye olarak görüp herkesi kendi şemsiyesi altında birleşmeye çağıran, bunu kabul etmeyenleri akla hayale gelmedik iğrençliklerle yok etmek isteyen, tezgâh sahipleri ile uyumlu ve eşgüdümlü çalışan yapıların nasıl pohpohlandıklarını ve nasıl büyütüldüklerini de yakinen biliyoruz.
Zira sömürü tüccarının hedefindeki asıl düşman, tefrikanın önüne geçip her türlü aleyhteki görünürlük ve çabaya rağmen, sahip olduğu imkânlar muvacehesinde birlik fikriyatını Şer`î delillere dayandırarak sürekli zinde tutmaya çalışan ve köleliği reddedip hilafet görevini yüklenen insanı özüne döndürmeye çalışan yapılardır.
Emperyalist ve siyonistlere karşı İslam Birliği`ni; bir asırdır en temel insani haklarından dahi mahrum bırakılan Ümmet`in yetimlerinin iç barış ve birliğini imkânları ölçüsünde temenni ve temin etmeye çalışan yapılara görülmemiş bir kinle düşmanlık yapanlar ise, sömürü tüccarlarının ayarttıkları ve o tezgâhın devamının sigortaları olan enseleri boyunduruğa alıştırılmış yapılardan başkası değildir.