“Suriye`de bir ateşkesin olacağına gerçekten inanıyor musunuz?
Türkiye ve İran`ın bir araya gelmesi mi?
Bırakın Allah aşkına ya?
Aklınızı peynir ekmekle mi yediniz kardeşim?
Olmayacak duaya âmin dediğinizin farkında mısınız?
İslam ülkelerinin bir araya gelmesi mi?
Kendi sorunlarını kendilerinin çözmesi mi?
Güldürmeyin insanı, bu kafayla siyaset miyaset yapamazsınız…”
Evet, son üç yıldır sık sık muhatap olduğumuz en kibar sözler bunlar.
Küfürden tekfire, hakaretten tekdire varan bir sürü müptezelliği saymıyorum bile.
İşin tuhaf yanı, İslam Birliği fikriyatı söz konusu olduğunda bu tepkileri verenlerin önemli bir kısmı “Siyasal İslam” konusunda mangalda kül bırakmayan tipler.
Çok acı ama İslam coğrafyasındaki ayrılık, savaş ve çaresizlikler, inançları tersyüz etmiş.
Özgüven kırılması yaşatmış muvahhid bünyelere.
Mezhep ve kavmiyet söz konusu olduğunda burnundan soluyan ve uhuvveti rafa kaldıran bir anlayış geliştirmiş.
Tevhid`in yeryüzündeki adı olan adalet anlayışını bile dumura uğratacak menfi bir pratik oluşturmuş.
Üstünlerin hukukuna göre ihdas edilen “adaletin istisnaları” vahdet merkezli olarak da yaşanır olmuş.
“İyi de çözüm nedir?” diyorsunuz.
Diller lâl, kalemler suskun, iz`anlar âciz kalıyor.
Ne diyelim ya da ne yapalım peki?
AB`nin başına gelenler bizim de mi başımıza gelsin?
Onların gördüğü gibi biz de mi dibi görelim?
Sadece 2. Dünya Savaşı`nda 60 milyon insanın katledildiği bir süreci mi yaşayalım?
Kafaların koparılmasına şahitlik ettik.
Dahası mı olsun, kafatasları oyulup içinde şarap mı içilsin?
Şarabın haramlığına ikna olup basit yorumlarla insan canına kıyanlar, şerbet mi içsin kafataslarında?
Daha çok değil, 50-60 yıl önce insaniyeti sükût ettiren bu dip noktalar görüldü Batı`da.
Avrupa Birliği, yani birlik-beraberlik fikri, görülecek-yaşanacak başka dip kalmayınca “mecburen” ortaya çıktı.
Birlik çağrılarını tiye alanlar, Suriye`nin de böyle olmasını mı istiyor?
Müslümanlık iddiamızı dayandırdığımız ve birliği emreden İlahi kaynaklarımızı teğet geçiyoruz madem.
“Yahudilerden ders alalım.” derim.
3 bin yıllık başıboşlukta bile hiçbir zaman inanç zayıflığı yaşamayan ve hiçbir zaman ümidini kaybetmeyen Yahudiler`den…
Yeryüzünün cüzzamlıları, en lanetlileri kategorisine alınırken bile birlik ve devlet fikriyatını sürekli canlı tutan Yahudilerden…
Almanya`nın, Polonya`nın, İspanya`nın banliyölerinde dilencilik yaparken bile israil devletine ütopya gözü ile bakmayan Yahudilerden…
Ferisileri, Sadukileri, Yudganileri, Karaimleri, Muhafazakârları, Ortodoksları, Reformistleri, Kabbalacıları, Seferadları, Aşkenazileri vs.
Hiçbir mezhep ve meşrebi dışarda tutmayan ve birlik fikrine istisna şerhi koymayan Yahudilerden…
Hıristiyanlardan da ders alabiliriz.
Peygamberleri bir devlet kurmamış olmasına ve insanlık adına dibi görmelerine rağmen Hıristiyanlık ortak temelinde bir birlik kuran Avrupalı devletlerden…
Hatta hiçbir dine inanmayan, Allah`sız bir ideolojiyle iki milyar insanı birlik içinde tutarak idare eden Çin`den bile ders almalıyız.
Devlet kurmuş bir peygamberin ümmeti ve 3 bin yıl önce değil, daha yüz yıl önce bir devlet ve hilafet geleneğine sahip Müslümanlar olarak evet…
Yahudi, Hıristiyan ve ateistlerden ders alalım!
Yeter ki inancımızı ve umudumuzu yitirmeyelim!