Referandum sonuçları işbirlikçiliği reddeden, inanç ve değerlerine bağlı yerli bir anlayışın ikame edilmesi noktasında ülkeye önemli bir fırsat sunmuştur.

Bunun için başta Sn. Erdoğan olmak üzere hükümete düşen en önemli görev, devlet düzeyinde tehdit algısı ve “Beka sorunu” hususlarına yeni bir format çekip güncellemeleridir.

Başından beri söylediğimiz bir şey var:

Ülke için beka sorunu haline gelen iç ve dış tehditlerin çoğu tekçi ve tek tipçi vesayet rejiminin sonuçlarıdır.                       

Tekçi, inkârcı bir sistem üzerine adalet ikame edilemez.

Ülke idaresinde tercih edilen tekçi ve inkârcı bir anlayış, İlahî iradenin yeryüzünde insan yaşamı için ortaya koyduğu formata uygun olmadığı gibi bilimsel ve sosyolojik verilere de aykırıdır.

Yüz yıldır temcid pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan vehim ve korkulardan kurtulmak zorundayız.

Kürt meselesi söz konusu olduğunda bölünme korkusunu paranoya derecesinde pompalayan ve özellikle canlı tutmaya çalışan bir lobi var.

Bu lobinin bize dost olmadığını artık bilmek zorundayız.

Ulus-devlet cenderesine sıkıştırmış kısır bir anlayış veya modern milliyetçilik mizanı ile bu mesele tartılamaz artık.

Şairin de dediği gibi, “Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez!”

En kritik dönemlerde kilit rol oynayarak dengeleri değiştiren bu sahipsiz ve değerli halkın sanal korkulara kurban edilmesinin raf ömrü 16 Nisan'da sona ermiştir.

Allah'ın yardımından bağımsız olarak düşünemeyeceğimiz bu değerli zaman dilimini en doğru biçimde kullanmak zorundayız.

Bu da Batı'nın bize dayattığı ithal siyasal sistemler veya tasarımlar yerine; işbirlikçiliği reddeden, inanç ve değerleriyle barışık yerli bir siyasi anlayışı tercih etmekle mümkündür.

27 Mayıs 1960 darbesi ile cumhurbaşkanının partisi ile bağı koparılarak idare ve siyaset mekanizmasının eli askeri vesayete mahkum edilmiş ve zayıf koalisyon dönemlerinin başlamasına zemin hazırlanmıştı.

Memleketi at koşturacağı bir çiftlik gibi gören militarist anlayış, dışarının da desteğini, daha doğrusu talimatını alıp kafasına estiğinde bir düdükle maçı tatil ederek seçilmiş hükümeti iş başından uzaklaştırabiliyor; “astığım astık kestiğim kestik” diyerek borusunu öttürebiliyordu.

Cumhurbaşkanını yürütmenin başı haline getiren yeni uygulamanın hayata geçmesinde Kürt halkının önemli katkısının olduğunu bizzat Sn. Erdoğan dile getirdi.

O halde bu halkın dil ve kimlikle ilgili siyasal taleplerinin karşılanması işini de yine Sn. Erdoğan üstlenmelidir.

Bölünme paranoyasına müptela herkesin şunu iyi bilmesi gerekiyor:

“Kürtler bu memleketten kopmak istemiyor, tam tersi bu memleketten koparılma korkusu taşıyor.”

Farklı dinlerin, milliyetlerin veya aidiyetlerin binlerce yıl beraber yaşadığı topraklarda halklara dayatılan tekçiliğin nasıl bir beka sorununa dönüştüğüne en can yakıcı örnek, yanı başımızdaki Suriye`dir.

Osmanlı`yı önce bölünmeye, sonra parçalanmaya götüren bir anlayışa devletin bekası adına  sıkı sıkıya sarılmak, yaman bir çelişki ve tezattır.

Aynı paradoksal durum, Batı`nın bize dayattığı eğitim ve aile politikaları başta olmak üzere askerî, siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik tasarımlar içinde kalmaya devam ederek Batı ile hesaplaştığımızı zannetme için geçerlidir.

15 Temmuz ve 16 Nisan'ın mesajının yerine ulaşması, bu paradokstan kurtulmakla mümkün olacaktır.

 

 

 

.

.