Asrın başında İngilizler ve Fransızlar arasında imzalanan Sykes-Picot antlaşması, emperyalist güçler tarafından İslam coğrafyalarında Batı ekseninde etnik-mezhep temelli ulus devletlerin kurulması ile neticelenmiştir.
Süreç içerisinde vesayet rejimlerinin ayrıştırıcı ve ötekileştirici siyasetleri sonucu sosyal katmanlar ve siyasi hareketler bu ülkeler için bir "beka" sorunu haline gelmişlerdir.
Farklı etnik ve mezhep kimlikleriyle ortak coğrafyada yüzyıllarca bir millet olarak yaşamış Irak ve Suriye'deki iç çatışmalar, emperyalistler tarafından sınırları çizilmiş diğer komşu ülkeleri de aynı tehditle etkilemiş ve bölgesel bir çatışma tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır.
Ülkemiz bugün içeride ve dışarıda siyasi, askeri ve ekonomik sacayakları bulunan emperyalistbir kuşatma altındadır.
Bu kuşatmanın ana zeminini ise en az iki yüz yıllık İngiliz-Yahudi ortaklığındaki 'Balfourcu emperyalist kafa yapısı' oluşturmaktadır.
Tanzimat`tan bu yana devlet eliyle şiddetin ve dayatmanın her türlüsü kullanılarak Batı sekülerizmi bu halka dikte edilmek istendi.
Uluslararası sistem nezdindeki meşruiyetini amansız Batılılaşma politikalarına borçlu olan vesayetçi İttihatçı zihniyet ve kadrolar, proje sahibi küresel güç odaklarının tastamam desteğini alarak kendileri lehine oligarşik bir bürokratik düzen oluşturmuşlardır.
Başkanlık siteminin hukuki altyapısını oluşturan meclisteki son düzenlemeyi bu imtiyazlı konumları açısından son derece sakıncalı gören bu elit yapı, mevcut düzenlemeye var gücü ile karşı çıkıyor.
Bürokratik oligarşinin devamından yana olanların kelepçe takarak, ısırarak; kan dökme ve üstü kapalı darbe tehditleri ile mecliste terör estirmelerinin sebebi budur.
Oysa vesayet rejiminin ötekileştirdiği sosyal katmanlar ve siyasi kutuplaşmalar nedeniyle yönetilemez hale getirilen ülkemizde kısmi anayasa değişikliğinin sadra şifa olamayacağı açıktır.
Başkanlık sisteminin hukuki altyapısının hazırlanması ile sınırlı tutulan anayasa değişikliğindeki metinde olumlu ve gerekli olan bazı değişiklikler olmakla beraber mevcut düzenleme, ülkenin siyasi birliği ve bütünlüğü için yeterli değildir.
Ülke sosyolojisini red ve inkar eden tekçi bir paradigma üzerine inşa edilmiş vesayet rejiminin ayrıştırıcı, ötekileştirici ve dayatmayı esas alan ideolojik yapısı sona erdirilmediği ve emperyalist güçlerin müdahalesine zemin hazırlayan açık alanlar kapatılmadığı müddetçe, "sisteminadı ne olursa olsun" adalet başta olmak üzere barışı, refahı, birliği ve bütünlüğü temin etmek, mümkün olmayacaktır.
Hele hele kimi çevrelerin mevcut düzenlemeyi Sn. Erdoğan`ın şahsına indirgemeleri ve ötesini düşünmemeleri çok büyük bir yanılgıdır.
Mevcut anayasa ile kafa yapısı uyumlu birinin bu geniş yetkilerle başkanlık koltuğuna oturmasının ne gibi sakıncalar doğurabileceğini mutlaka hesaba katmak gerekir.
Suriye'de bir milyona yakın insanın ölümü, milyonlarca insanın muhacir duruma gelmesi, kirletilen hürmetler, katledilen masum çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar; yok edilen şehirler ve işlenen insanlık suçlarının esas müsebbibinin tekçi ve yasakçı Baas rejimi olduğunu unutmamak gerekir.
Bütün bunlar olup bittikten sonra Suriye`de ateşkesin garantörü olarak Türkiye, İran ve Rusya'nın birlikte "Farklı inançların, etnik ve mezhepsel kimliklerin dışlanmadığı yeni bir anayasa” üzerinde siyasi çözüm aramalarından dersler çıkarmalıyız.
Testi kırılmadan önceki dostça uyarılardır bunlar.
Bütün bunlarla birlikte mecliste kabul edilen on sekiz maddelik yeni anayasal düzenlemenin halkın beklentisi doğrultusunda tümden değiştirilmesi gereken anayasanın ilk adımı olmasını temenni ediyorum.