“HÜDA PAR olarak sizin en büyük sorununuz ne biliyor musunuz?” dedi, bizi yakından takip ettiğini söyleyen bir kardeşimiz.
“Buyurun hemen öğrenmek isterim” dedim.
“Televizyonlara çıkmıyor, kendinizi anlatmıyorsunuz” dedi.
“Sonuçlara bakarak haklı sayılırsın, ama bilmediğin husus şu:
Bahse konu televizyonlar, bize söyletmek istediklerinin dışında bir şey söylemeye başladığımızda bir daha bizi çağırmıyorlar” dedim.
Çözüm Süreci bitimi ve 6-8 Ekim olayları sonrası yaşadığımız ve halen devam eden en önemli sorunumuz bu.
PKK ile devlet arasındaki anlaşma bozulup feci sonuçlar ortaya çıkınca, PKK karşıtlığımızı ön plana çıkarmak isteyen televizyon kanallarınca programlara davet edildik.
Bizler de bu niyetleri sezdiğimiz halde doğru olduğuna inandığımız tezlerin halkla buluşması adına bu programlara katıldık.
Programcılar özellikle Yasin Börü ve arkadaşlarına yönelik PKK barbarları tarafından yapılan vahşetleri ön plana çıkararak mütemadiyen PKK`ye küfretmemizi istiyorlardı.
Evet, PKK üyelerimizi, kardeşlerimizi barbarca ve vahşice katlederek bizi can evimizden vurmuştu.
Yüreğimiz yanmış, öfke nöbetlerine tutulmuş, lokmalar günlerce boğazımıza düğümlenmişti.
Bu sonuç bir gerçekti ve bu gerçeği iliklerimize kadar yaşamıştık.
Bir de bu sonuca götüren sebepler ve bu sebepler ortada kaldıkça da hiç çözülmeyecek devasa bir sorun vardı.
Bu sebeplerin ağır ve feci sonuçlarının içine gömülüp sadece PKK`ye küfrederek, kahrederek, intikam yeminleri ederek bu sorun asla çözülmezdi.
Çünkü bu feci sonuç, devletin 90 yıldır uyguladığı tekçi, inkârcı ve yasakçı politikalar ve çözüm sürecinde attığı yanlış adımlardan bağımsız değildi.
Hemen harekete geçtik.
Türkiye`deki başta İslami çevreler olmak üzere, bu konuda söz söyleme hakkını kendisinde gören herkesi, karşılıklı atılan yanlış adımlardan haberdar etmeye ve kimin elinden ne geliyorsa yapmaya gayret ettik.
Bir taraftan da hükümet kanallarıyla doğrudan veya dolaylı olarak görüşüp çözüm odaklı öneri ve taleplerde bulunduk.
Bazen sonuca odaklanıp onun dışında hiçbir şeyi konuşmamamız gerektiğini düşünen kavmiyetçi bir öfkenin, bazen de taleplerimizin ütopik olduğunu düşünen alaycı gülümseyişlerin muhatabı olduk.
“Devlet, bir taraftan PKK`yi tek muhatap olarak almaktan vazgeçmeli; diğer taraftan da Kürt halkının anadilde eğitim hakkı, vatandaşlık tanımının değişmesi gibi masum ve insani taleplerini karşılamalı” diyorduk.
Aman ya Rabbim, sen misin bunları söyleyen?
Ne PKK`cılığımız kaldı, ne Kürtçülüğümüz, ne de devlet düşmanlığımız!
Kavmiyetçi ya da devletçi taassup, Yasin Börü ve arkadaşlarının acısını bile görmezden geldiğimizi, hatta bunu siyasi ranta dönüştürdüğümüzü söyleyecek kadar kantarın topuzunu kaçırdı.
Onlara göre yapmamız gereken şey, bu meselelerin sebeplerini falan ortaya çıkarmak değil, avazımız çıktığı kadar PKK`ye karşı konumlanmak ve her fırsatta küfretmek.
Hele hele devletin de, hükümetin de bu konudaki yanlış adımlarına değindiniz mi ekşiyen suratlar, kabaran öfkeler ve akıl tutulması eşliğindeki insafsızca suçlamalar…
Yazının başındaki eleştiriyi getiren kardeşime “Televizyonlara çıkarılmayışımızın, sansürlere uğramamızın ve senin deyiminle kendimizi tanıtmamamızın sebebi işte bu” dedim.
Yasinlerimizi sevmek, onların acısını yüreğimizde taşımak; başka Yasinlerimizin katledilmemesi için böylesi feci sonuçların sebeplerini tespit etmek ve onları ortadan kaldırmak için çözüm aramaktır.
Suriye ve Halep meselesine de aynı gözle bakıyoruz.
“Halep; Ortadoğu`nun, İslam Coğrafyası`nın Yasin`idir.”
Evet, PKK Yasin`in; Esed Halep`in katilidir.
Bunu görmemek için kör olmak gerekir.
Ama bunu gördüğümüz kadar, Suriye`yi bu hale getiren Davutoğlu`nun romantik, nostaljik ve stratejik hülyalarını da görmek zorundayız.
Antalya ve İstanbul başta olmak üzere belirli merkezlerde toplanan Suriye`nin Dostları(!) grubunun savaş kışkırtıcılığını da görmek zorundayız.
Ve bu dost ülkelerin başını ABD, İngiltere ve Fransa`nın çektiğini de bilmek zorundayız. Kissinger`in, Condolozza Rice`ın sınırları değişecek dediği ülkeler arasında Suriye, Türkiye ve İran`ın da bulunduğunu,
1983`te Sion Protokolü`nde alınan kararları,
Mursi`nin devrilmesi için Amerikancı faşist Sisi cuntasını finanse eden Suudi Arabistan`ın Suriye`de savaşın körüklenmesi ve devamı için 200 milyar dolar harcadığını,
Muaz El Hatip`in kim olduğunu, neden istifa ettiğini ve istifasının da gerekçelerinde neler olduğunu… bilmek zorundayız.
Bu sebepleri bilmeden ve ortadan kaldırmaya çalışmadan Baas`a ve müttefiklerine küfretmek de kahretmek de çözüm değildir.
Yeni Haleplerin yaşanmaması adına Halep`i severek ve Halep`in acısını yüreğimizde hissederek çözüm için gayret sarf etmeliyiz.
Tıpkı Yasinler için yaptığımız gibi.
Çünkü Halep Yasin`dir, Yasin ise Halep!