İslam ülkeleri kendi aralarında bir birlik tesis edemeyince her biri bir yere sığınmak durumunda kalıyor.

NATO, AB veya ŞANGHAY hikâyelerinin özeti budur.

Bu organizasyonların aziz İslam karşısındaki duruşları itibarı ile birbirlerinden hiçbir farkları yoktur.

Aralarındaki fark, yaşadıkları “çıkar çatışması” eksenli çelişkilerdir.

Hazindir ama İslam ülkelerinin bel bağladığı şey, işte tam da bu çelişkilerdir.

Evet, hoşumuza gitmese de durum bu.

Türkiye ne zaman NATO ve AB ile ters düşse hemen ŞANGHAY kozunu devreye sokuyor.

Sadece söylem düzeyinde tabi…

Kurumsal olarak bugüne kadar bu yönde atılmış herhangi bir adım yok.

Söylem düzeyinde olmasına rağmen bunun da ciddi maliyetleri var.

Mesela Halep`in bombalanmasına açık adres vererek karşı çıkamıyorsunuz.

Çeçenya veya Doğu Türkistan`da sırf “Müslüman” oldukları için Çin ve Rus zulmüne maruz bırakılan kardeşlerinizin haklarını gündeme getiremiyorsunuz.

Tam olarak “Kimin eşeğine binersen onun türküsünü çığırırsın” vaziyeti.

Onu beğenme, bunu beğenme, çözüm ne peki?

Çözüm belli?

Reel politiğe kendisini çok fazla kaptırmış Müslümanların zihin değişimi.

Her nasıl oluşmuşsa siyasal anlamda “Müslümanlar arası bir birliğin oluşamayacağı” saplantısı veya önyargısı.

Farklı farklı gerekçelerle.

Kavmî, mezhebî, bekâ-ikbal korkusu…

Ulus devlet hastalığı ile Arap Türk`e, Türk Kürt`e düşman.

Mezhebi, dinin yerine koyma hastalığı ile anlamsız, haksız ve hakikatsiz Sünnî-Şiî husumeti.

“Birlik” fikrine sahip olmanın emperyalizmin şimşeklerini üzerine çekeceği düşüncesi.

Bu ve benzeri gerekçelerle birleşmeyi emreden “Ayet ve hadislerin hatırlatılması” ile yetinilen birlik organizasyonları.

Enteresandır, Müslüman kavimlerin ulusçuluk üzerinden birbirlerine düşmanlık etmeleri kimseye kazandırmıyor, herkese kaybettiriyor.

Yani bu rekabet ve husumet, bu kavimler aleyhine ciddi bir bekâ sorununa dönüşüyor.

Mezhepçilik üzerinden hakezâ.

Söz gelimi, Suriye`de kendilerini “Sünnî” olarak tanımlayan onlarca grup bırakın Baas rejimine karşı, kendi aralarında bile bir “birlik” sağlayamıyor.

Gelinen aşamada çözümü birbirlerini “tekfir etmede” ve birbirlerine “cihad ilan etmede” bulup işin içinden çıkıyorlar.

Daha doğrusu çıkamıyorlar.

Bir fasid daire, bir kısır döngü içinde dolanıp duruyorlar.

Birleşmek farz olduğu gibi bu zihniyetten kurtulmak da farzdır.

Onun için “Türkiye ile İran nasıl bir araya gelecek?” sorusu yanlış bir sorudur, diyoruz.

Bütün yaşanmışlıklar, atılan yanlış adımlar ve onca acı, ölüm ve yıkıma rağmen doğru soru, “Neden hala bir arada değiller” olmalıdır.

Daha fazlasını yaşamama, daha fazla zillete duçar olmama adına.

Yine sormamız lazım:

Gizliden ya da açıktan bunun için bir çabanız var mı?

Varsa o zaman, “zaman kazanmak için” alternatifleri çoğaltmak ve çelişkilerden faydalanmak hakkına sahipsiniz.

 O zaman ŞANGHAY organizasyonuna ehven-i şer gözü ile bakılabilir.

Yoksa, ha ŞANGHAY ha SCHENGEN?

Ne fark eder?