Birinci Dünya Savaşı`nın galipleri İslam Coğrafyası`nı parçalamak için Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün arasına sadece sunî sınırlar koymadılar.

Bu sınırların ötesinde yaşayan öz kardeş ve akrabaları yüz yıl sonra birbirlerine kanlı bıçaklı hale getirecek fitne tohumları da ektiler.

Diğer yandan da bu yapay sınırlar öncesine ait tarihsel hafızayı yok etmek için tarihi tersyüz ettiler.

“Ey Arap Gençliği ya da Ey Türk Gençliği!” dedirtip Müslüman gençlerin zihinlerini iğdiş edecek olmadık masallar, hikâyeler, destanlar ve efsaneler ürettiler.

İşin ilginci, göstermelik ritüel ve retorikler üzerinden bağımsızlık kılıfı giydirilmiş bu ülkelerin hiçbiri kendi başkentlerinden hiçbir zaman idare edilmedi.

Her daim ipleri kuklacının elinde olan kuklalar vasıtası ile idare edilmeye çalışıldılar.

Bazı dönemler millî veya dinî gayretleri ağır basan liderler ortaya çıksa da ya suikastlerle veya darbelerle saf dışı edildiler.

Emperyalist güç odaklarının bu bölgede tahammülünün olmadığı en önemli şey, işte bu tarihsel hafızayı canlandıracak veya diri tutacak “Birlik” fikridir.

Merhum Erbakan`ı 28 Şubat`ta denklem dışına iten asıl nedenin “D-8`ler Projesi” olduğunu söylemeye gerek yok.

Kaddafi`yi lince götüren sürecin de Afrika Birliği Projesi`nden bağımsız olduğunu söylemek mümkün değildir.

Zira Kaddafi, üye ülkelerin de rızası ile Afrika Birliği`ni kendi dönem başkanlığında Avrupa Birliği`ne benzer bir yapıya büründürmek istedi.

Elyesse Sarayı`nın bahçesinde çadırını kurup Sarkozy ile poz bile veren Kaddafi hayatının hatasını “Birlik” fikri ile yapmış ve Batılı öfkeden kurtulamamıştı.

Suriye`deki iç yangın henüz alevlenmeden Türkiye, Irak, İran ve Suriye arasında serbest dolaşımı öngören ŞAMGEN projesi de yapay sınırları sembolik hale getirecek bir “birlik” projesi idi.

Bir Cuma sabahı Urfa`dan, Mardin`den, Kilis`ten veya Antep`ten arabayla yola çıkıp hiçbir engelle karşılaşmadan Cuma namazını Halep`te, Şam`da, Musul`da veya Telafer`de kılabilecektik.

Milyonlarca insanın bu yöndeki iletişimi etkileşimi, etkileşim de değişimi getirecekti.

“Uhuvvet” ve “adalet” üzerine bina edilmiş tarihsel hafıza canlanacak ve Halep “benim” değil; “bizim” olacaktı.

Musul, Telafer, Şam, Diyarbekir, Tahran, İstanbul ve hakeza…

Musul için milislerin, Telafer için tankların harekete geçmesine gerek kalmayacaktı.

Ayrılık gayrılık denen şeylerin cümlesinin “fay hattı” değil; gülistanın gülleri, yaseminleri ve kan kırmızı laleleri olduğu bir kez daha anlaşılacaktı.

Ne hazindir ki bu umutlar Şam`dan, Halep`ten yükselen fitne nârına ve kıyıya vuran masum, minik cesetlerin âhına karıştı gitti.

Halep sonrası sıra Musul`da…

Musul,“Ba`de Harabuş-Şam” günahının kefaretini ödeme fırsatıdır.

Yeniden ümitvâr olma zamanı ve dem, “Kable harabu`l Basra”dır.

O halde Musul ve Telafer “kabristan” değil, “gülistan” olsu