15 Temmuz darbe girişiminin hedefi veya hedefleri üzerine çok şey söylendi, yazıldı, çizildi.

Yönetimi ele geçirmekten tutun, Türkiye'yi bir iç savaşa sürüklemeye varana kadar.

Türkiye'den bir Irak ve Suriye çıkarmaktan tutun Recep Tayyip Erdoğan'ı devre dışı bırakmaya varana kadar.

Bunların hepsinin doğruluk payı var.

Şunu çok net olarak söyleyebiliriz:

"Türkiye'nin coğrafi büyüklüğü Batı için ciddi bir sorundur."

Üstelik bu coğrafya üzerinde kimi etnik yapıların egemenlik yönünde hak talepleri var.

Başını ABD'nin çektiği Batı koalisyonunun bu hak taleplerine yeşil ışık yaktığı, hatta açıktan destek verdiği de biliniyor.

Avrupa ülkelerindeki parlamentoların önemli bir kısmının hak talebinde bulunan bu etnik yapılara yönelik destekleri malum.

Soğuk Savaş sonrası Atlantik Merkezi, "Yeni Bolşevizm İslam'dır." diyerek hedefine açıkça İslam'ı, Müslümanları ve İslam Coğrafyası'nı koydu.

Görünürdeki sebep kimi etnik yapıların hak taleplerini karşılamak veya demokrasi, insan hakları, barışı egemen kılmak gibi görünse de ana hedef budur.

Huntington'unun "Medeniyetler Çatışması"nın esası da buna dayanmaktadır.

Tedbir alınmadığı taktirde İslam Medeniyeti karşısında kesin bir yenilgi ile karşı karşıya kalacaklarını düşünmektedirler.

Aldıkları bu tedbir nedir peki?

İslam Coğrafyası'nda etnik ve mezhepsel yapılar arasında oluşturulacak kin ve nefretle bu ayrılıklar körüklenecek ve ne zaman sona ereceği belirsiz "intikam savaşları" çıkarılacak.

Irak ve Suriye örneğine bakılarak Huntington denilen küresel şarlatanın projesinin ne aşamada olduğunu pekala anlayabiliriz.

Evet "ana proje" bu.

Siyonist işgalcinin güvenliği ile Hazar petrollerinin Akdeniz üzerinden Batı'ya taşınması ise ana projeye bağlı "iki alt proje"dir.

Bölgede siyonistin gasp ettiği topraklardan daha büyük bir devlet olmasın.

Mümkünse her kavmin, her mezhebin hatta her büyük aşiretin bir devleti olsun.

Hazar petrolleri başta olmak üzere Irak ve Irak Kürdistanı petrollerinin Irak ve Suriye'nin kuzeyinden açılacak bir koridorla Akdeniz'e taşınması aşamasına geçildiğini hep beraber müşahede ediyoruz.

İslam Medeniyeti'ni yok etme, siyonist işgalcinin güvenliğini sağlama ve Müslümanlara ait yer altı/yer üstü enerji kaynaklarına el koyma.

15 Temmuz darbe girişimi, üç aşamalı bu şeytani planın Türkiye ayağını oluşturuyordu.

Hakk'ın yardımı, halkın direnişi ile akim kaldı hamdolsun.

Ancak tehlike geçmedi.

Çünkü bu, Sykes-Picot sonrası Batı'nın uygulamak istediği yüz yıllık bir revizyon ve restorasyon planıdır.

Sadece bir müddet ertelenmiş olabilir.

Batı, bu hedef(ler)inden asla vazgeçmeyecektir.

Esasen Batı'nın bunlardan vazgeçmesini beklemek, vahiy ve nebevi öğretileri anlamamaktır.

Bu bölgenin jeo politiğini ve tarihini bilmemektir.

Yapılması gereken ise çözüme odaklanmaktır.

Çözüm ise bu bölgenin yerleşik ve organik yapıları ile tarihsel gerçeklikler ışığında hak ve adalet çerçevesinde mutabakatlar oluşturmaya çalışmaktır.

Kin ve nefreti körükleyecek adımlar atmaktan şiddetle uzaklaşmaktır.

FETÖ mensuplarına hak ettileri cezanın verilmesi için adım atılırken dahi bu insanların aileleri ve yakınları etrafında oluşacak bir ötekileşmeye asla izin vermemektir.

Herhangi bir kesim aleyhine bilerek veya bilmeyerek oluşturulacak her öfke veya ötekileştirmenin intikam ateşine dönüşeceğini unutmamaktır.

Kâbe'nin örtüsüne bürünseler dahi affedilmeyecek düzeyde bir ihanetin içinde olmamak kaydı ile bu toprakların çocuklarına "Ebu Süfyan'ın evi güvenlidir!" limanını adres olarak gösterebilmektir.

Huntington denilen şarlatanın şahsında en mahrem mekânlarımıza kadar uzanan bu pis ve kirli eli mefluç hale getirecek, işlevsiz bırakacak adımlar atmaktır.

Aziz İslam'ın bu coğrafyalarda birbirinden çok farklı din ve milliyet mensupları için uygulama alanına koyduğu "adalet" temelli somut çözümlerine bir kez daha temessük etmektir.

İnanan ve inanmayan herkes için yüzyıllarca "Din, can, mal, nesil ve akıl" emniyetini garanti ederek, hür ve adil bir toplum düzenini meydana getiren pratikleri bir an önce güncelleyerek acilen uygulamaktır.

Meseleleri ve var olan sorunların cümlesini Batılı formlarla veya pozitivist-modernist bir terminoloji ile değil, kendimize ait kavram ve mülahazalarla ele almaktır.

Ezcümle, "Her hak sahibine hakkını vermek"tir.

Kürde-Araba; Aleviye-Sünniye; Müslime-gayr-ı Müslime; inanana-inanmayana vs.

Bu grupların tamamına "Ben ötekiyim" dedirtmeyecek ve kendisine uzatılan emperyalist zehirli bala tamah ettirmeyecek yerli, organik ve insani bir çözüm.

İşte o zaman eline silah alarak "Falancaların, filancaların hakları için savaşıyorum" diyen bütün örgüt ve oluşumlara "suçüstü" yapılır.

Ya yapılmazsa?

O zaman da yasak, red ve inkârı esas aldıkları için bu gruplara eline silah alma imkânı tanıyan ve böylece darbeyi ve darbecileri besleyerek emperyalizmin dümenine su taşıyan devletler ve sistemler "suçüstü" yakalanmış olur.