Beş yılın sonunda Türkiye resmi ve fiili olarak Suriye`ye girdi. Uzunca bir zamandır Cerablus-Azez arasını “güvenli bölge” haline getirmek istiyordu.
Amaç; burayı DAİŞ`ten arındırmak, PYD`yi buraya sokmamak ve Suriyeli göçmenleri yerleştirmekti.
Ancak bu plan ABD tarafından bir türlü kabul görmedi.
Türkiye, Fırat`ın batısını “kırmızı çizgi” ilan etmiş olmasına rağmen, Münbiç hattında ilerleyen PYD, bu çizgiyi aştı. Üstelik Demirtaş`ın son derece tahrik edici ve gayet sorumsuzca açıklaması eşliğinde.
Rus uçağının düşürülmesi ile Suriye sahasında “nötr” pozisyonuna gelen Türkiye`nin Suriye merkezli dış politikası, Davutoğlu`nun istifası ile değişmeye başladı.
15 Temmuz`la birlikte ABD`nin “darbe destekçisi” konumuna düşmesi, Türkiye`nin elini ABD karşısında iyiden iyiye güçlendirdi.
Ayrıca İncirlik Üssü`nün kapatılması meselesinin konuşulmaya başlanması, hem bu üste hem de “Mürted” ve “Çiğli”deki NATO`ya ait nükleer silahlar meselesi, ABD`yi Türkiye karşısında hiç olmadığı kadar köşeye sıkıştırdı.
Biden`ın özür dilemesi ve Ankara`da vali yardımcısı düzeyinde karşılanması, ABD`nin köşeye sıkışmışlığının ve Türkiye`nin elinin güçlenmesinin resmiydi aslında.
Böylelikle ABD hem Türkiye`nin Cerablus`a girmesine, hem de PYD`yi dövmesine göz yummak zorunda kaldı.
Zevahiri kurtarma adına da “Tansiyonu düşürmeye, gerginlikleri gidermeye çalışıyoruz.” açıklaması ile yetinmek zorunda kaldı.
Esasen DAİŞ`in Suriye`de varlığının ortadan kalkması ile de PYD`ye çok ihtiyaç kalmayacak.
ABD`nin kendisi için açtığı ama PYD`yi kara gücü olarak kullanmak için “Kürt Koridoru” adını verdiği Akdeniz`e uzanacak petrol boru hattının güvenliğini pekala “Özgür Suriye Ordusu” sağlayabilir.
Özgür Suriye Ordusu`nun ABD`nin başını çektiği ve Türkiye`nin de dahil olduğu “Suriye`nin Dostları(!)” grubu tarafından desteklendiğini hatırlatmış olalım. PYD`nin Türkiye ayağı bunu anlamış olacak ki birkaç haftadır karizmayı da çizdirmemeye dikkat ederek “Barışa hazırız, barış başlarsa bir ayda bu mesele çözülür” teranelerini hem Kandil hem HDP koro halinde söylemeye başladılar.
Antep saldırısı sonrası HDP cenahının bayağı bir hazırlıklı olması ve Demirtaş`ın “Gelin taziyede birlik-beraberlik görüntüsü verelim” haykırışı, sıkışmışlığın ve muhtemel bir emperyalist satılmışlığın “önünü alma” telaşesinden başka bir şey değildi.
Bu arada Türkiye`nin darbe sonrası Rusya-İran yakınlaşması ve Suriye meselesinde her iki ülke ile ortak bir mutabakata varmış olmasının sahaya yansıması da böylelikle ortaya çıkmış oldu.
“Suriye`nin toprak bütünlüğü” ve “DAİŞ`e karşı mücadele” sihirli formülü ile bu ülkelerin de rızasının alındığı görülüyor.
Suriye`den yapılan ve “Dostlar alışverişte görsün” yollu kınama mesajı, İran`ın sükutu ve Putin`in Antalya`ya geleceğini açıklaması, meseleyi özetler nitelikte.
Sn. Erdoğan ve hükümet yetkililerinden yapılan açıklamalar “Sınır güvenliğini sağlamaya dönük adımlar” şeklinde ifade edilse de Türkiye`nin son derece dikkatli olmasını gerektiren bir durumla karşı karşıya olduğu bir hakikattir.
Mayınlı bir arazide yürümek hem zor hem çok risklidir.
Nihai çözüm ise bölge ülkelerinin kendi aralarındaki çözüme dair yapacakları anlaşmalarla mümkün olacaktır.
Bunun da şiddetten uzak; diyalog, müzakere yolu ve siyasal kanallarla olması gerektiğini başından beri söylüyoruz.
Bu anlamda Sn. Erdoğan`ın “Suriye`nin geleceğine yabancılar değil, Suriye halkı karar vermelidir.” ifadesi ile Türkiye-İran-Rusya arasında gerçekleşen görüşmeler, Suriye`deki ateşin sönmesi adına önem arz eden yaklaşımlardır.
Bu vesile ile “Kürt Koridoru” isimlendirmesi üzerinden yapılan yorum ve değerlendirmelerin gerçeği yansıtmadığını özellikle belirtmek isterim.
Koridor denilen bu hatta sadece Kürtler yaşamadığı gibi, PYD`nin bin yıl geçse böyle bir koridor açamayacağı da malumdur.
O halde buraya PYD-PKK koridoru demek de yanlıştır.
Doğru isimlendirme “ABD Koridoru”dur.
Amaç, bir taraftan siyonist işgalcinin güvenliği ve bölge hakimiyetini perçinlemek için Kuzey Suriye`ye yerleşmek, diğer taraftan Irak ve Güney Kürdistan petrolünü Fişabur üzerinden Akdeniz`e taşımak için güvenli bir hat oluşturmak.
Bu hususu bu köşede birkaç kez yazdığımı takip eden kardeşlerim hatırlayacaktır.
Israrla Kürt Koridoru denilmesinin sebebi ise, hem dünya kamuoyundan ABD`nin bu şeytani emellerini gizlemek hem de ABD çıkarları için ölecek PYD`li Kürtlere mavi boncuk vermek.
Hakkaniyetli olma adına şu hususu da dile getirmeden geçemeyeceğim:
PYD`yi yerden yere vurabilir, Kürtleri temsil etmediğini, muhalifi Kürtlere zulmettiğini, hatta şeytanla dostluk kurarak Kürt gençlerinin kanı üzerinden çıkar hesaplarına girdiğini söyleyebiliriz.
Hepsi doğrudur; ancak bunların hiçbiri, bölge ülkelerinin özellikle de Türkiye ve İran`ın uyguladıkları yanlış politikalarla hem kendi sınırları içindeki hem de Suriyeli Kürtleri emperyalist devletlerin müdahale ve dizaynlarına açık hale getirdikleri gerçeğini değiştirmemektedir.
Bu hem çok büyük bir ayıp ve günah hem de uhrevi bir vebaldir.
Her günahın bir keffareti vardır.
Bunun keffareti ise, Türkiye ve İran`ın hem kendi ülkelerindeki Kürtlerin sorunlarını acilen çözmeleri hem Suriyeli Kürtleri emperyalizmin kucağına terk edecek adımlar atmaktan vazgeçmeleri hem de Sn. Barzani`nin Güney Kürdistan`daki referandum kararına saygı göstermeleridir.
Kurban mevsiminin gölgesini üzerimize düşüren Rabbimiz, O`na kurbiyetimizin nişanesi olarak akıtacağımız kanları bu mazlum coğrafyanın kurtuluşuna vesile kılsın inşaallah!