Laik-ulusalcı kesimlerin yakın tarihte dindar-muhafazakâr iktidarları korkutmak için kullandıkları en önemli argüman “Eksen kayması” idi.

Bu, âdeta aba altında sakladıkları ve lüzumu üzerine gösterdikleri bir sopa idi.

Bir asra yakındır bu coğrafyanın dış politikasına şekil veren monşerlerin “Eksen kayması”ndan kast ettikleri elbette İsrail politikalarıdır.

“Van Minute”  çıkışı ile pabucu bir nebze de olsa dama atılan bu korku imparatorluğuna konjonktür ve reel politik gereği tekrar dönülmeye başlandığını gözlemlemekteyiz.

Mavi Marmara sonrası oluşan kasavetli havanın dağıtılması için itinalı bir sürecin yürütüldüğünü görmekteyiz.

ABD`den umduğunu bulamayan ve Rusya ile de ters düşen Türkiye`nin Suriye ve Yemen özelinde Suud`la geliştirdiği ve bizce çok da tekin olmayan ilişkiler, İsrail`le görüşmeyi hatta anlaşmayı zaruri kılmışa benziyor.

Türkiye`nin NATO karargâhında siyonist işgalcinin daimi temsilcilik açmasının önündeki vetosunu kaldırması bu yönde atılan ilk büyük somut adım olmuştur.

Bu husus pratikte çok fazla bir anlam ifade etmiyor; zira NATO, emperyalist ABD ve güdümündeki Batı`nın siyasi, askeri ve ekonomik çıkarlarına hizmet eden bir kuruluştur ve en önemli görevlerinden biri de siyonizmi korumaktır.

Konuyla alakalı olarak parti programımızdaki şu tespitler önem arz etmektedir:

“...Başını ABD`nin çektiği NATO, yeni dönemde Hıristiyan Batı ittifakına alternatif siyasi, ekonomik, askeri bir birliğin oluşmasını, özellikle de İslam ülkelerinin birliğini engellemeyi kendisine yeni bir görev olarak seçmiştir. Bu amaçla mezhebi ve coğrafi ihtilafları körükleme ve husumet tohumları ekme çabasına girişmiştir. Bunu yaparken bu hedefinin önünde engel olarak gördüklerini “terörist” ilan ederek İslam ülkelerine yönelik fiili saldırılarda bulunma, işgal etme,  ambargolarla güçsüzleştirme veya iç karışıklıklar çıkartarak istikrarsızlaştırma yöntemlerini uygulamaktadır...”

Bu ve buna benzer gerekçelerle Türkiye`nin alternatif İslami kuruluşlara yönelmesi gerektiğini öteden beri söyleyegeldik.

11 Mayıs 2016 tarihinde İsrail`in İstanbul Başkonsolosu olan Shai Cohen, Hürriyet gazetesine verdiği mülakatta şunları söylüyor:

“…Ambargonun kalkması konusunda, biz Türkiye`nin Gazze Şeridi`ne yardım etmesini sağlamak için son derece istekliyiz. Mesela

Türkiye Gazze`ye bir konteyner tıbbi malzeme getirmek isterse, Gazze`den 40 metre uzaklıktaki Aşdod limanına gelecek. Orada bunlar kontrol edilip bir konteynere yüklenecek ve kamyon 40 dakika yol gidip Kerem Şalom sınır noktasından geçip Gazze`ye girecek.

Denizden abluka ise kalkmayacak. Öngördüğümüz genel model bu…”

 “Tüm bunları Hamas`la el sıkışarak yapamazsınız. Hamas, bir terör örgütü. Bizim en kötü düşmanımız. ‘Hamas`la ilişkilerinizi gözden geçirmeniz gerek` diyoruz. Türkiye bu konuda önemli adımlar attı.

Mesela Hamas liderlerinden Salih el Aruri`yi sınırdışı etti.”

“Hamas`ı Filistin Yönetimi, Mısır ve İsrail kabul etmiyor. ABD ve AB tarafından da terör örgütü sayılıyor. Türkiye bir terör örgütüyle çalışarak Gazze`ye yardım etme isteğini yerine getiremez. Başka bir çözüm bulmalıyız.”

“PKK Türkiye`nin meselesi... Biz Türkiye`nin Kürt sorunuyla ilgili kararlarına ve politikalarına karışmayız. Ama Türkiye`yle özellikle de Suriye`deki cihatçı terör örgütlerini bertaraf etmek için göz gözeyiz.

Bu konuda işbirliği yapacak çok şey var.”

“Mesela Hamas İsrail`e roket atar ve İsrail karşılık verirse; Türkiye için güven artırıcı önlem Hamas`ın tarafını tutmamaktır. Bizim için ise; Türkiye Gazze`nin kalkınması için bir şey yapmak isterse onu sağlamak ve işbirliği yapmaktır…”

Gözlerimizin içine baka baka aynen böyle söylüyor konsolos görünümlü terörist.

“HAMAS`ı terör örgütü ilan edeceksiniz, bununla da kalmayacak, HAMAS`a ve Gazze halkına yağdırdığımız ve yağdıracağımız bombalara, katledeceğimiz bebeklere hiçbir şey söylemeyeceksiniz.

Karşılığında, ortak müttefikimiz Kral Selman`ın bize verdiği 80 milyon doların 20 milyonunu size vereceğiz.

Bir de limanlarımızdan geçmek ve kontrolümüzde olmak şartıyla çimento, süt, bebek maması gibi maddelere izin vereceğiz.” Bu bir anlaşma değil, tam anlamıyla siyonistin zaferi ile sonuçlanacak ve Mavi Marmara şehidlerinin ruhunu ta`zib edecek bir girişim olur.

AK Parti iktidarının bunu bir antlaşma olarak görüp altına imza atması, her şeyden evvel kendi bindiği dalı kesmesi olur.

Umarım böyle bir kötülüğü ne kendilerine ne bu millete ne de Ümmete yaparlar