Modern çağın propagandasının temelini “yalan” ve “ikiyüzlülük” oluşturuyor.

Mısır seferine çıkan Napolyon, Mısır halkına “Ben size İslam`ın adaletini uygulamak için geldim.” diyerek hem ikiyüzlülüğün hem de yalanın hakkını tam anlamıyla veriyordu.

2008`de Obama`nın Kahire Üniversite`sindeki konuşması da Napolyon`unkinden farklı değildi.

İngilizler de sömürgeleri altındaki Hindistan`dan “Halifeyi kurtarmak” yalanı ile Müslüman Hintlileri gemilere doldurup Çanakkale önlerine getirerek Müslüman kardeşleri ile savaştırabilmişlerdi.

İki asırdan fazla bir süredir bu topraklarda statü kurma peşindeki Batı sevdalısı zevat da aynı taktiği kullanmaktan geri durmadı.

Cumhuriyeti kuran idareci elit, “Hilafeti ve Şer`î Şerif`i kurtarma” adına aşiret ve tarikat liderlerine mektuplar gönderiyor, destek talebinde bulunuyordu.

Sonrası malum...

Çinlilerin; kadınlarının ayakları biçimli ve kibar olsun diye daha küçükken ayaklarına demirden ayakkabı giydirmelerine rahmet okutacak uygulamalar.

Müesses nizamın bekası uğruna topluma giydirilen deli gömleği ve zihinlere vurulan prangalar...

Tekçi ve tektipçi kıyafet ve zihniyet dayatmaları...

Türklük ve Türkçülük üzerinden diğer kavimlerin gıpta ve asabiyet damarlarını tahrik eden şoven ve faşizan uygulamalar vs.

Meseleyi Kemalizmin çıkmaz sokağında mahkûm edip hem Türklere hem de Kürtlere yönelik bir zulüm olarak görmek yerine, Kürtleri Marksizmin çıkmaz sokağına taşımaya çalışan tepkiselliklerle de “Amerika`yı yeniden keşfetme” macerasına girdiler.

Devrimcilik adı altında Kürtleri “Kemalizmin yedek gücü” yapma çabalarının bu halka giydirilen yeni bir deli gömleği veya zihinlere vurulmak istenen prangalar olduğuna hiçbir şüphe yok.

Ortaya çıktığında “Bağımsız Birleşik Kürdistan” yalanı ve buna uygun ikiyüzlülükle binlerce Kürt gencini dağa kaldıran bu tepkisel yapının, sadece taban bulmak için bu argümanların arkasına saklandığı ve özü itibarı ile Kemalist bir Türk solu yapılanması olduğu son birleşmelerle ispatlanmıştır.

Batı`yı taklit etmenin sorunları çözmek yerine daha da katmerleştirerek içinden çıkılmaz bir hale getirdiğine, ağır bedeller ödeyerek şahit oluyoruz.

Artık Emperyalist demokratik(!) devletlerin de dünyaya söyleyecek bir sözleri kalmadı.

Askeri ve ekonomik üstünlükle zalimce elde etmeye çalıştığı Doğu`nun âhı kendisini tutuyor artık.

Bumerang etkisine sahip “Güç zehirlenmesi” ile kendi “Armageddon”unu kendi eli ile hazırlıyor.

Yavaş ama önü alınmayan bir süreklilikle.

Bize gelince...

Allah ikiyüzlülüğü, yalanı, ihaneti sevmediğini önümüze getiriyor, âdeta yüzümüze çarpıyor.

Bencil ve kıskanç egolarımızın zelil sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyoruz.

Aleyhimize dahi olsa “Hakk`ı ayakta tutan âdil şahitler” olamayışımızın ceremesini çekiyoruz hep beraber.

Arkasına saklandığımız reel politik, devlet ya da örgüt çıkarlarının bizi sürüklediği girdaplarda boğulurcasına...

“Emîn olma” vasfımıza halel getirmişliklerimiz üzerinden sürüklendiğimiz karanlıklar, sebebi bilinmeyen sıkılganlıklar, doyuma ulaşamayan ruh halleri, depresyon, cinnet ve cinayetler, mutlak hasara sebebiyet veren hırs ve ihtiraslar...

Batı`dan mülhem kendimizi farklı gösterme ikiyüzlülüğünün bizleri düşürdüğü dipsiz kuyular ve yanıbaşında bulunduğumuz ateş çukurları...

Allah`a güven eksikliğinin cezasını çekiyoruz.

Fert, cemiyet ve devlet düzeyinde.

Allah biliyor ya son viraja giriyoruz.

Binalar ve zinalar çoğaldı...

İşlenmedik günah, bulaşılmadık mel`anet kalmadı.

Kadın erkekleşti, erkek kadınlaştı.

Ayaklar baş, başlar ayak oldu.

Belli ki kocamış dünya bu sıkleti kaldırmıyor.

Artık bu limandan demir almak günü gelmiş.

Hiçbir çare veya seçeneğimiz kalmadı.

İnsanlık ve İslamlık değerlerine sıkı sıkıya sarılarak “Kendi kaderimizi kendi elimize almamız” gerekiyor.

Acılarımızdan güç devşirerek, umut büyüterek ve ümit yeşerterek...

Her krizin bir imkân sunduğunu fehmederek...

Güç ve iktidar günlerini insanlar arasında döndürüp duran ilahî dengenin doğru tarafında olmaya gayret göstererek...

Yenilmesi olmayan, hesabı şaşmayan, imhâl eden ancak ihmal etmeyen ve taraftarlarının galip gelmelerini murâd eden Allah`ın hükmüne râm olarak...

“Lütfun da hoş, kahrın da hoş” şuuruyla sonuç odaklı değil, görev bilinci ile...

Çünkü başarı, sonuca odaklanmak değil; sonuca giden yolda görevini yerine getirmeye çalışmaktır.

Zira sonuçların sahibi Allah`tır.