7 Haziran seçimlerinin sonuçları Ak Parti'yi derin bir hayal kırıklığına uğratmış, partiye ecel terleri döktürmüştü.
Bunun en iyi tarafı, hastalık gelmeden sıhhatin veya ihtiyarlık gelmeden gençliğin kıymetini bilme şeklinde Ak Parti'ye tek başına iktidar olmanın faydalarını görme fırsatı sunmuş olmasıdır.
Ak Parti'nin bu fırsatı değerlendirip değerlendirememesi ise tamamen kendi iradesine kalmış bir husustur.
İslami muhalafetimizin gereği olarak zaman zaman söylediğimiz ve çözülmediği taktirde aynı gemide yaşayan insanlar olarak hepimizi derinden etkilyecek olan şu iki hususa değinmek istiyorum:
1-Suriye Meselesi: NATO üyesi olması hasebiyle Amerika'ya; komşusu ve enerji bağımlısı olduğu ülke olması münasebeti ile Rusya'ya rağmen adım atamayan Türkiye, maalesef bu iki süper gücün arasına sıkışmış durumdadır.
Manevi sorumluluklar, ülkenin demografik ve sosyolojik yapısını değiştiren mülteciler meselesi, sınır güvenliği, iç karışıklık, savaş ihtimali ve beraberinde getireceği yüksek maliyet vs. Ak Parti'nin sırtındaki ciddi kamburlardır.
Dört yıldır aynı şeyi söylüyoruz ve başka da çözüm olmadığı için aynı şeyi söylemeye devam edeceğiz:
Türkiye ve İran başta olmak üzere meseleye müdahil olan İslam ülkeleri, gizli veya açık birbirleri ile görüşmeli, bu konuyu kendi aralarında çözüme kavuşturmanın yollarını aramalı, şartları zorlamalı ve gerekiyorsa baldıran zehiri içmeli veya ateşten gömleği giymelidirler.
Aksi taktirde İran ve Türkiye başta olmak üzere topyekün İslam dünyası olarak çok ağır bedeller ödemeye devam edeceğiz.
2-Çözüm Süreci:
Ak Parti, süreç içerisinde ortaya koyduğu "örgütü silahsızlandırırsam iş tamam, doğuda da batıda da oylarımı tahkim emiş olurum!" anlayışından zinhar vazgeçmelidir.
Meselenin 90 yıllık bir sistem meselesi olduğunu, silah veya örgütün meselenin kendisi veya nedeni değil, sadece sonucu olduğunu, 1930'lu yılların despotça zulümleri ile halka dayatılan "laikçilik ve Türkçülük" anlayışlarının artık değişmesi gerektiğini yüksek bir sesle dile getirmeli ve buna uygun pratik geliştirmelidir.
Kürt halkının temsilcisi olarak silahlı örgütün kabul edildiği görüntüsünden uzaklaşmalı, silahı bıraktırma haricinde hiçbir hususu tek başına Öcalan-PKK-HDP ile görüşmemelidir.
Yeniden parlatılarak tedavüle sokulacağı anlaşılan Öcalan'ın örgütün ebedi şefi olduğu, kantonlar ve Kürt halkına kan kusturan YDG-H yapılanması dahil mevcut yapıların tamamının Öcalan'ın fikirleri doğrultusunda yapılandırıldığı unutulmamalıdır.
Çözüm sürecini batıran, örgütün hormonlu bir şekilde büyümesini sağlayan ve Ak Parti'nin 7 Haziran hezimetini yaşamasına sebebiyet veren Ak Partili aktörler, yeni süreçte de arz-ı endam edeceklerse şimdiden "Geçmiş olsun!" diyelim.
Bir diğer ifade ile barışı becerememiş ekibe hala hesap sorulamamış ve üstelik savaşta da aynı ekip görevlendirilmişse "sonuçlardan ders alma ve akıllanma" gerçekleşmemiş demektir.
Bu durumda geriye söylenecek tek bir söz kalıyor: "Zarara rızası ile girene merhamet edilmez!"
Kürt illerine ataması yapılacak mülki idare amirleri ve bürokratların klasik devlet memuru kafası ile hareket eden veya paralel hedefler noktasında silahlı örgütle işbirliği yapacak kadar akıl tutulması veya iz'an körleşmesi yaşayan kişiler olmamasına aşırı derecede dikkat edilmelidir.
28 Şubat sürecinden beri çok ciddi hak mahrumiyetleri yaşayan Müslüman-mütedeyyin mahkumlarla ilgili kayda değer bir işlem tesis edilememiş olmasının hem gayretullaha dokunduğunu hem de ma'şeri vicdanı yaraladığını yeni kurulacak kabine artık bilmek zorundadır.
Ak Parti, silahlı örgütün 90'lı yıllarda kurdurduğu "Kürdistan Dindarlar Birliği" kurumunun meyvesi olan örgütçü "melle"lere kadro verip Kürt halkının İslami kimlik ve kişiliği içinde kalması için canını dişine takarak mücadele etmiş ve ağır bedeller ödemiş Mustaz'af camiaya yakınlığı ile bilinen Hak aşıklarına ise "İtikad bozukluğu" sicili verme ayıbından bir an önce kurtulmalıdır.
Hükümet, silahlı örgüt tarafından Şengal ve Kobani'den yükseltilen ve Marksist ideolojiye payanda kılınmaya çalışılan Kürt Milliyetçiliği'ne karşı Kürt halkının en tabii haklarının iadesinin önünü açarak Kürt halkının haklılığının çalınmasına engel olmalıdır.
Yeni kabine, Uludere/Roboski başta olmak üzere "Kürt sorunu yoktur, anadilde eğitim olmaz..." gibi kamburlardan bir an önce kurtulmalı ve bunlarla soğukkanlı bir şekilde yüzleşerek iş başı yapmalıdır.
Hakk'ın ve halkın rızasını kazanma doğrultusunda atılacak bu hakkaniyetleri adımları atmasını beklediğimiz kabineye bu doğrultuda başarılar diliyor, "Allah yardımcınız olsun!" diyoruz.
FETÖ olarak adlandırılan paralel yapıyla mücadele, adalet-hukuk uygulamaları, gelir dengesindeki adaletsizlik, çifte standartlı gelir-vergi kontrol sistemi, bereketsizlik doğuran israf, rüşvet ve yolsuzlu; acilen müdahale edilmesi gereken toplumsal ahlaki çöküntü vs. konularında ise yeri ve zamanı geldikçe yapıcı eleştirilerimizde bulunmaya ve bu doğrultuda pratik çözümler önermeye devam edeceğiz inşaallah.
Selam ve dua ile...