Türkler ve Kürtlerin beraber yaşaması için var olan tarihi gerçeklikler ve referanslar, ayrılma ve ayrışmalarını gerektirdiği düşünülenlerden çok daha fazladır.

En güçlü referans İslâm ortak paydası olmakla birlikte sadece şu üç güçlü referans bile birliktelik ve beraberliğin muhafazasını gerektiriyor:

1-1071 Malazgirt Savaşı:

Bu savaşla Anadolu`nun kapıları İslâm`a açılmış; Anadolu, İslâm Kültür ve Medeniyeti`nin beşiği haline gelmiştir.

Bunda Alparslan`ın askerlerinin rolünün yanı sıra savaşın kaderini değiştiren asıl unsurun Kürt süvari birlikleri olduğu bilinmektedir.

Sayıları kesin olarak bilinmemekle beraber, savaşa katılan binlerce Kürt süvarisi savaşın Müslümanların lehine sonuçlanmasına vesile olmuşlardır.

2-1514 Amasya Antlaşması:

O dönemin neredeyse bütün Kürt aşiretlerini temsilen İdris-i Bitlisi ile Yavuz Sultan Selim arasında imzalanan meşhur antlaşmadır.

Antlaşmanın en önemli özelliği İslâm Hukuku`nu esas alması ve hakem kılmasıdır.

Bu antlaşmaya sadık kalan Osmanlı yönetimi ile Kürt halkı üç yüz küsür yıl kavgasız, gürültüsüz yaşadı.

Kürdistan`a barış ve huzur iklimi egemen oldu.

Kürt edebiyatı bu dönemde en velud dönemini yaşadı.

Melayé Cıziri`den Ehmedé Xani`ye kadar birçok edip, hünermend, komutan ve âlim yetişti.

Bu antlaşmanın belki de en önemli yönü, günümüzün modern formları içinde federasyona karşılık gelecek bir idari sisemin hakim kılınmasıdır.

Kürdistan medreselerinden tüm coğrafyaya yayılan ilim ve irfan havzası, bugün özlediğimiz anlamda barış ve huzur ikliminin hakim olduğu, eşit ve adil haklara sahip olma temelinde bir kardeşliği ortaya çıkarmıştır.

Ne var ki 19. yüzyılın başlarında Osmanlı`ya sirayet etmeye başlayan Batıcı mantık, bu kardeşlik dokusunu bozmaya başlamıştır.

Osmanlıyı ayağına değil, kafasına sıkmaya götüren Batılılaşma süreci, milliyetçi ve pozitivist anlayışlar, bu sosyal dokunun temeline dinamit yerleştirmiştir.

Avrupa mekteplerinde eğitim görmüş, din-diyanetle çok fazla bir alakası olmayan idarecilerin Kürdistan`a atanması, isyan fitilini ateşleyen ilk kıvılcım olmuştur.

Laik ve kavmiyetçi Batıcı kafa, bu güzelim züccaciyeci dükkanına fil gibi dalmıştır.

İslâm`dan uzaklaşmayı haklarından uzaklaşma olarak algılayan Kürdistan beyleri, mirleri, şeyhleri ve ileri gelenleri bu yeni durum karşısında rahatsızlıklarını dile getirmişler ve Osmanlıya “İslâm hukukuna” yani “Şeriata dön!” çağrısı yapmışlardır.

Osmanlı ile anlaşma imzalayan İdris-i Bitlisi`nin de Bir Kürt İslâm âlimi olduğu, ama Osmalı`ya karşı qıyam eden Şeyh Abdusselam Barzani`nin, Şeyh Ubeydullah Nehri`nin ve Şeyh Mahmud Berzenci`nin de birer Kürt İslâm alimi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, aslında değişenin Kürtler değil, Osmanlı olduğu anlaşılmaktadır.

Osmanlı Batı`ya asker olmayı seçince, bir diğer ifade ile kıblesini Kabe`den Paris`e çevirmeye karar verince, Kürtlerin arasında qıyam hareketleri revaç bulmuştur.

Şeyh Said Efendi`nin qıyamını da bu zihniyetin devlet haline gelmiş anlayışına bir tepki olarak mülahaza etmek gerekir.

19. yüzyıl Kürtler açısından tam bir “Milli Felaket” olmuş ve Abdulkadir Turan hocanın gayet yerinde tespiti ile “bir asra sığmayacak kadar uzundur.”

Meseleye bu zaviyeden bakıldığında Kürtlerin 19. yüzyılının hala devam ettiğini söylemek mümkündür.

3-1920 Süreci:

1. Dünya Savaşı`na gelindiğinde Osmanlının kendileri aleyhine içine girdiği bütün olumsuz tavırlara rağmen Kürtler; yedi düvele, ehl-i küffara karşı kendilerine -haksızlık yapmış dahi olsa- kardeşlerinin yanında yer almayı bilmişlerdir.

Bediüzzaman Molla Said`in ifadesi ile “milliyetlerini dinlerine feda etmiş bu kimsesiz ama değerli kavim” Müslüman olmasının gereğini yerine getirmiştir.

Hatta bununla kalmamış İngilizlerin “Türklerden ayrılın, bizimle hareket edin size devlet verelim!” rüşvetini dahi ellerinin tersiyle iterek üçüncü bir referansın oluşmasına vesile olmuşlardır.

Bunun karşılığı olarak da 1920 sözleşmesinde ülkeyi kuran iki kurucu unsurdan biri haline gelmişlerdir.

1923`le başlayan yeni süreç ise tam anlamıyla Kürtler aleyhine bir zulüm sürecine dönüşmüş, uzatılan İngiliz elini sıkmamanın bedeli, bu eli sıkan Laik-Kemalistler eliyle Kürtlere ağır bir şekilde ödetilmiştir.

DEAŞ`ın Musul baskını, Suruç ve Ankara saldırıları işte bu üç referansı ortadan kaldırmayı ve böylelikle Kürt kartını Türkiye`den almayı amaç edinen yerel görünümlü küresel operasyonlardır.

Böyle bir vasatta Türkler ve Kürtler, tarihi gerçekliklere uygun yeni bir referans oluşturmak zorundadırlar.

Yine İslâm Hukuku ortak paydasında, eşit ve adil bir çözümle ya beraberce büyüyecekler veya küçük lokmalar haline gelip kendilerine çoktan beridir “diş bileyen” emperyalistlere yem olacaklar.