Kimin hangi pencereden baktığına bağlı biraz da.
Bana soracak olursanız zaten ‘ölü` doğmuştu.
Doğumun ölümle neticeleneceğini süreç başladıktan “bir müddet sonra” anlayanlardanım.
Neden bir müddet sonra?
Çünkü sisteme muhalif ve sistem mağduru kesimlerin oylarıyla iktidara gelmiş bir parti vardı.
Sistemi değiştirme-dönüştürme arzusunda olduklarını görüyordum.
Bu istekliliğin Kürt meselesine de yansıyacağını, “çözüm” adı altında sonucu belli maceralara girişilmeyeceğini düşünüyordum.
Ancak çözüm sürecini koordine eden kişi veya kişilerin zihin yapıları ve pratiklerini görünce bütün bütün ümitsizliğe kapıldım.
Kürt meselesi bir “sistem meselesi” olarak görülüp bu doğrultuda adım atılması gerekirken, bu meselenin doğurduğu sonuçlara odaklanılması beni bu düşünceye sevk etti.
Elbette sonuçların göz ardı edilmemesi, rehabilite edilmesi gerekir ama meseleyi topyekûn sonuca indirgemek yapılan en vahim yanlıştı.
Süreç içerisinde hükümet “Çözümden kastımız PKK`ye silah bıraktırmaktır” noktasına savruldu.
Bu anlayış beraberinde “Kürt Meselesi=PKK” şeklinde bir algının oluşması ile neticelendi.
Bu da silahlı örgüt ve politik uzantılarına hormonlu bir büyüme ortamı sağladı.
Öcalan`ın örgüt üzerinde etkili olacağına kesin olarak inanan “Koordinatör akıl”, “PKK var PKK`den içerû” hakikatini ıskalamıştı.
Aynı akıl, siyaset güçlendirilir ve önü açılırsa şayet, örgütün de silahı bırakacağına ve silahlı unsurlarını sınır dışına çıkaracağına iknâ olmuştu.
Hele hele Öcalan ve siyaset de “Silah bırakın!” dedi mi, “Bundan iyisi Şam`da kayısı!” olacaktı.
İşte bu “Polyannacı” anlayışa hem kendilerini hem de toplumun önemli bir kesimini inandıran koordinatör akıl, yaşanan vakit, nakit ve insan kayıplarının birinci dereceden sorumlularındandır.
Öcalan`ın “T.C sınırları içinde silahlı mücadele dönemi sona ermiştir!” sözüne ve HDP`nin de bu paraleldeki açıklamalarına rağmen örgüt silahı bırakmadı, bırakmayacak.
HDP eşbaşkanlarının veya sözcülerinin Kandil`in “Savaş konsepti”ne uygun sözleri Kandil`den alkış alırken, “Silahı bırakın!” şeklindeki utangaç açıklamaları azarlanmalarına neden oldu.
PKK`nin silah bırakmamasında PKK`yi yemleyen devletlerin istihbarat örgütlerinin elbette rolü vardır ve etkilidir.
Ancak örgütün son kongrelerinin birinde “Devrimci Halk Ayaklanması” aşamasına geçildiğini ve bunun da “Silahlı halk ayaklanması” yoluyla “Komünist devrime giden yolda son viraj” anlayışında olduğunu bilmek zorundayız.
6-8 Ekim olaylarının bunun bir provası olduğunu, devamının geleceğini, HDP`nin barajı aştığı gün savaş ve kaosun baş göstereceğini bas bas bağırmamıza rağmen sesimizi duyuramadık.
Birçok peygamberin ve sahabenin ruhaniyetinin siluetine yansıdığı Kürdistan`ın “Küfr-ü mutlak” olan komünizme teslim olmaması yönündeki “gayb-î yardımlar” ve “İlahî hesap”, planın akim kalmasının elbette başat sebebidir.
Bunun yanında silahlı örgütün şu iki hususu doğru okuyamaması, mevcut akibeti kaçınılmaz kıldı:
1-“Halkın siyasete olan desteği silahıma da destek anlamına gelmektedir.”
Bundan hareketle örgüt, halkı iki aydan beridir bütün unsur ve bileşenleriyle sokağa dökmeye çalışıyor ancak bir türlü muvaffak olamıyor. Çünkü halk silaha değil, huzura destek vermişti.
2-“Amerika`nın PKK-PYD`ye olan desteği uzunca bir müddet devam edecek, biz de bunu örgütsel kazanımlarımız açısından fırsata dönüştürelim.”
Emperyalizmin ve kapitalizmin merkezi olan Amerika`nın “Komünist devrim” gerçekleştirmeye çalışan bir yapıya olan desteğinin taktiksel ve konjonktürel olduğunu düşünemeyen veya “Rojava Devrimi” şehvetiyle bunu düşünmek dahi istemeyen PKK-PYD tam anlamıyla duvara tosladı.
“İncirlik Taahhüdü” sonrası başlayan operasyonlar, Kandil`in bombalanması ve hele hele Amerika`nın “Türkiye`nin terörle mücadelesine destek veriyoruz!” yaklaşımı bu cenahta tam bir hayal kırıklığı yaşatmışa benziyor.
Devlet çıkarı veya örgütsel çıkarlar öncelenerek kurulmaya çalışılan bu denklemin tam bir bilinmezliğe mahkûm olacağını ve çözülemeyeceğini HÜDA PAR, ortaya koyduğu ferasetli ve basiretli yaklaşımı ile öngörmüştü.
Bu arada, HÜDA PAR`ın bu yaklaşımını “Aman ne olursunuz bizi de görün!” şeklindeki ‘onur kırıcı` bir kişiliksizliğe hamletmeye çalışmak, insaf ve iz`andan uzak bir yaklaşımdır.
HÜDA PAR olarak aktörlüğe soyunan her iki kesime de “Karga kılıklı kılavuzlardan uzak durun!” demeyi halka ve Hakk`a karşı bir sorumluluğumuz olarak görüyoruz.