Dünün Amerika`sı İngiltere, şimdikinin İngiltere`si ise Amerika`dır. Bir asır önce Kürtleri dört parçaya bölerek cezalandıran İngiliz-Amerika aklının Kürtleri sevebileceğini düşünmek, azıcık bir tarih bilgisine ve ortalama bir zekâya sahip hiçbir Kürdün inanabileceği bir şey değildir.

Meselenin aslı ne öyleyse?

Her şey Güney Kürdistan yönetimi lideri Mesut Barzani`nin “Kürdistan`ın bağımsızlık zamanı gelmiştir ve kendi petrolümüzü kendimiz satacağız” sözlerinden sonra başladı.

Güney Kürdistan`ın bu her iki amacını gerçekleştirme konusunda ihtiyaç duyduğu yegâne

ülke ise Türkiye.

On yılda 7 trilyon dolara tekabül eden bu petrolün Türkiye sınırları üzerinden Akdeniz`e taşınması, Türkiye`nin salt maddi kalkınmışlığına katkıda bulunmayacak, Akdeniz`e yayılan geniş bir hinterlantta da Türkiye`nin siyasal nüfuzunu artıracaktı.

“Kazan kazan” anlayışı çerçevesinde Erbil-Ankara hattında tam bir bahar havası yaşanıyordu.

Ne var ki bir anda IŞİD diye bir örgüt ortaya çıkarak bütün dengeleri alt üst etti. Musul`u aldıktan sonra Bağdat`a doğru ilerleyeceğine kesin gözüyle bakılan IŞİD, ne olduysa birdenbire Kürdistan`a yöneldi.

Bu beklenmedik gelişme, Ortadoğu`da günlük, hatta bazen saatlik olarak değişen dengeleri bir kez daha alt üst etti.

Türkiye ve Güney Kürdistan`ın hevesleri kursaklarında kalırken, Türkiye kucağında nur topu gibi(!) bir Kobani sorununu buldu.

Irak ve Güney Kürdistan petrollerinin Türkiye`ye akmasını istemeyen “üst akıl”, alternatif bir enerji koridoru açmak için düğmeye basmıştı.

Kerkük-Ceyhan boru hattı ile Erbil`den gelen boru hattının birleştiği Fişabur üzerinden Halep`e, oradan da Laskiye limanına ulaşacak yeni bir boru hattı projesi devreye sokulmuştu.

Bu hattın en stratejik noktası ise Halep`ten bir önceki durak olan Kobani idi.

ABD`nin Kürt ve Kobani aşkı(!), IŞİD tehlikesine(!) karşı birleşen yedi düvel, antiemperyalist takılsalar bile ABD`nin bu aşkını karşılıksız bırakmayan “Bıji Obama”cılar, Demirtaş`ın ABD ziyareti, hemen sonrasında meydana gelen 6-7 Ekim olayları...

Evet, bunların hepsi ve daha fazlası, yeni boru hattının yol güzergâhının temizliği projesine giydirilen kılıflardır.

Suriye meselesi üzerinden Türkiye ile derin fikir ayrılıkları bulunan İran`ın da mevcut durumdan şikayetçi olmadığı görülüyor.

Zira ABD`nin başını çektiği uluslararası koalisyon, Türkiye`nin ısrarlı bütün taleplerine rağmen, Esed`e yönelik bir harekat düşünmediklerini açıkça belirtmişti.

Daha birkaç ay öncesine kadar neredeyse her gün, “İran Kürtleri idam ediyor” şeklinde haber yapan PKK-PYD medyasında bu tarz haberlerin bıçak gibi kesilmesi ise dikkatlerden kaçmadı.

Rojava meselesinde olduğu gibi oluşan bu yeni konjonktürel durumu “devrim nakaratlarıyla” örgütsel çıkara dönüştürmek için, “elden ele dolaşan sopa” olduğunu ispat eden PKK-PYD`ye ABD tarafından “savaş” talimatı verildiği “el`an” deşifre olmuş durumdadır.

6-7 Ekim sonrası “polyannacı” takılmak isteyen hükümetin kimi üyelerinin “PKK silahsızlanacak, çözümde tam yol ileri!” sözlerine cevap ise Kandil`den geldi:

“Baharda silahlı mücadele bırakılacak, silahlı güçler Türkiye`yi terk edecek haberleri akla yine bir seçim taktiğini getiriyor. Seçimden önce Ak Parti hükümeti gerillayı Türkiye`den çıkartacak ve silahlı mücadeleyi sonlandıracak güç olarak gösterilmeye çalışılıyor. Böylece AKP`ye bir seçim daha kazandırılmak isteniyor.” diyen Karasu, silah bırakmaya niyetlerinin olmadığını açıkça belirtiyor.

Geçen gün Kerboran`dan(Dargeçit) ziyaretime gelen ve 6-7 Ekim olaylarını İmam Hüseyin misali evlad u iyali ile birlikte iliklerine kadar yaşamış olan iki güzel dostum da benzer şeyler söyledi:

“PKK bırakın silah bırakmayı, her eve bir “keleş” vermek suretiyle bu süreçte kendilerine yakın halk kesimlerini bile silahlandırdı.”

Der Spiegel`in “Batı`nın son umudu PKK” manşeti de bu açıdan önemli.

Öyle anlaşılıyor ki PKK`nin ABD`nin Ortadoğu politikasında etkin rol oynayabileceği hususu Öcalan ve Kandil`in kulağına üflenmiş.

Bu fısıltı, kırk yıllık Öcalan`ı “Mü`min kardeş”e dönüştürme rüyaları gören aklı ters köşe yatırmış olsa da, Öcalan`ın fabrika ayarlarının yazılımının asıl olarak kim(ler)de olduğunu bir kez daha ortaya çıkarması bakımından önemli olmuştur.

Bu gerçeklikler ışığında ABD`nin Kürt aşkı(!) anlaşıldı, peki ya antiAmerikancı(!) PKK-PYD`nin ABD aşkı?

Talimat mı, menfaat mi, ona da siz karar verin!