"İrancı" kelimesini ilk olarak 1992`de, üniversite birinci sınıftayken duydum.

Kimlerin kimin için kullandığına odaklandım ilkin.

`Devlet` denilen olguyu şuursuzca kutsayan, halkın devlet için var olduğunu düşünen grupların favori kelimesi olduğunu keşfettim.

İşin tuhaf tarafı bu kavram, "galat-ı meşhur" diye nitelendirilebilecek fasit bir düz mantıkla, İran`a dost-düşman herkes için kullanılıyordu.

İrancı olarak damgalanan kişi ya da grupların alamet-i fârikası ise kutsal(!) görülen devleti/sistemi eleştirmeleriydi.

Evet, klasik milliyetçi mantığı olarak da adlandırılabilecek bu zihin yapısına göre, devleti/sistemi kutsamayan, eleştiren, hele hele reddeden herkes "İrancı" idi.

Aynı sıraları paylaştığımız ve zaman zaman tartıştığımız milliyetçi grupların, Şia`yı "beşinci mezhep" olarak görüp "fırkay-ı dalle" olarak nitelendiren şimdilerin "selefî-tekfirci" gruplarını dahi "İrancı" olarak damgaladıklarını görünce cehaletlerine gülüyordum doğrusu.

Bu kavramın o dönemin siyasal konjonktürü içerisinde, derin devletin psikolojik harp uzmanlarının, rejim muhalifi grupların tamamını, Sünnî toplumdan soyutlamak için bilinçli olarak kullandığı bir psikolojik harp tekniği olduğunu ise çok sonradan anlayacaktım.

Kur`anî söylemin gölgesinde yazılmış tekmil kitapları okuma gayretinde olup beşerî sistemleri vahye alternatif oldukları gerekçesiyle "tağut" olarak gören benim gibilerin sıfatı da belliydi aslında: "İrancı."

Evet, adım İrancıya çıkmış, üstelik dengeleri ve maslahatları gözetme adına gazete kağıtlarıyla özenle kapladığım ve amfilerin arka taraflarındaki sıralara oturarak okuduğum kitaplarımdan birinin, ülkücü bir sınıf arkadaşımın merakı sonucu Merhum İmam Humeyni`nin "Kırk Hadis Şerhi" adlı eseri olduğunun deşifre(!) edilmesi, bu sıfatımın üzerine TSE damgasının vurulması gibi bir etki yapmıştı.

Gündemin yoğunluğu içinde ancak bu hafta ele alabildiğim "Selam-Tevhid Soruşturması" ile ilgili gerçekler, daha doğrusu gerçeksizlikler ortaya çıktıkça yirmi iki yıl önceki anılarım gözümde canlandı birden.

Başbakan Erdoğan`ın "Pensilvanya İhanet Şebekesi", devlet ve hükümet erkanının birçoğunun da "Paralel Devlet Yapılanması" olarak tanımladığı Gülen grubuyla irtibatlı emniyet-yargı mensuplarınca hazırlandığı iddia edilen iddianamenin basınla paylaşılan içeriğine kabaca bir göz atma fırsatım oldu.

Devletin güvenlik ve istihbarat örgütlerine ait bürokratlardan tutun, hükümet yetkililerine kadar, çok geniş bir yelpazede fişlenen insanlar, "İrancı" oldukları gerekçesiyle bu örgütün üyesi haline getirilmiş.

Hele hele Suriye meselesi üzerinden İran`ı ve Lübnan Hizbullahı`nı "Hizbuşşeytan" olarak nitelendiren kesimlerin dahi İrancı olarak iddianamede yer almış olması, benim açımdan sistem kutsayıcılarının yirmi iki yıl önceki gözlemlerimden bir arpa boyu bile yol kat etmediklerini ortaya koydu.

Nureddin Şirin`in bilinen yapısı, devletin karanlıklarına çöreklenmiş tekmil grup ve klikler için son derece mümbit bir arazi hükmünde olan Hizbullah Cemaati`nin "Beykoz Arşivi", bir kadının kocasına olan öfkesi sonucu verdiği anlaşılan ifadesi gibi birçok somut(!) delile(!) dayanan bu soruşturma hayata geçse idi, öyle görünüyor ki tam bir cadı avına dönüşecekti.

Beşerin hesabı ne olursa olsun, "Allah`ın bazı insanları bazılarıyla def etmesi olmasaydı, yeryüzü fesat dolardı" ilahî hesabının câri olduğu açıkça görülmektedir.

Her haliyle hayalî olduğu göz önünde olan bu örgüt soruşturmasına karşı haklı tedbirler geliştiren Başbakan(artık Cumhurbaşkanı) ve hükümeti, aynı hassasiyeti yıllardır hayalî suçlamalara maruz kalıp da bu soyut suçlamalar neticesi zindana atılan mazlum ve mustaz`aflar için de göstermek zorundadır.

"Polis-savcı-uygun hakim" troykasının kumpasları sonucu asırlık cezalara çarptırılan Elazığ İhya-Der, Adıyaman Vahdet-Der, Kâhta Mustaz`af-Der gibi İslamî STK`ların üye ve gönüllülerinin içerde geçirdikleri her saniyeden bu aşamadan sonra hükümet de sorumludur.

Bu sorumluluğun dünyevî yönü bir yana, uhrevî yönünün mü`min insanların uykusunu kaçırması gerekir.

Erdoğan`ın hayırlara vesile olmasını temenni ettiğim cumhurbaşkanlığının bu sorumluluk bilinci içinde geçmesini diliyorum.

Selam ve dua ile...