Her şey Osmanlı`nın yıkılışıyla birlikte İngilizlerin Filistin topraklarını işgal etmesi ile başladı.
Çok ilginç bir zamandı doğrusu.
Avrupa, bir taraftan başlarına bela olan ve nefret ettikleri Yahudilerden nasıl kurtulacağını düşünürken, diğer taraftan da işgal ettiği bölgelerde çıkarlarını koruyacak bir jandarma arıyordu.
Çok geçmeden oyun kurucu sinsi İngiliz aklı devreye girdi.
1917`de İngiliz savaş kabinesi dışişleri bakanı Lord Arthur Balfour, bir taşla iki kuş vuracak şu çözümü geliştirdi:
2 Kasım 1917`de siyonist hareketin liderlerinden Lord Rothschild`e bir mektup göndererek ona Filistin toprakları üzerinde bir Yahudi devleti kurma sözü verdi.
Böylelikle 1948 ile sonuçlanan sürece kadar Avrupa`nın bütün bölgelerinden Filistin`e Yahudi göçleri başladı.
Yaşanan bu göç ile Avrupa hem Yahudi belasından kurtuldu hem de o bölgeye, İslam coğrafyasını kendileri adına zapt-u rapt altına alacak bir jandarma tayin etti.
Siyonizme hizmet eden uluslararası sistemin bugüne kadar açıktan yapamadığı vahşet ve barbarlıkları, “Saldır Co!” yöntemiyle terör rejimine yaptırmış olması, süreci özetler niteliktedir.
Son Gazze saldırıları ile diri diri insan yakmanın ve ileride karşılarına birer Kudüs sevdalısı mücahid ve mücahide olarak dikileceklerini iyi bildikleri bebekleri bilinçli olarak katletmenin Batı tarafından destek bulması da fazla söze hacet bırakmamaktadır.
Böyle bir vasatta terör rejiminin birdenbire Kürdistan sevdalısı olarak ortaya çıkması, zıt tezler ileri süren kesimlerin kafasını bir hayli karıştırarak farklı kulvarlarda pozisyon almalarına sebebiyet verdi.
Terör rejiminin Ortadoğu`da kendisinden daha büyük devletler istemediği sır değil.
Bu yönüyle Irak`ın bölünmesi ve tabii olarak da Kürdistan`ın bağımsızlık kazanması elbette siyonist işgalcinin işine gelir.
Hatta yarın öbür gün Erbil merkezli bağımsız Kürt devletini beğenmeyen YNK ya da Goran tarzı bir Kürt hareketi, Süleymaniye merkezli bir Kürt hükümeti kurduğunu açıklasa, bunu ilk tanıyacak devletlerden birinin terör rejimi olacağını söylemek, kehanette bulunmak olmasa gerek.
Çünkü Ortadoğu`daki her türlü bölünme siyonizmin işine yarar.
Ayrıca önümüzdeki on yıl içinde yedi trilyon dolar gibi bir petrol rezervini elinde bulunduran Kürdistan hükümeti ile kuracağı yakınlık, Kerkük-Hayfa petrol boru hattının yeniden işlerlik kazanması için terör rejimine tarihsel iştahı doğrultusunda önemli bir fırsat sunmaktadır.
Ülkesinden geçireceği petrol ve gazla sadece kendi enerji ihtiyacını karşılamakla kalmayacak, Akdeniz üzerinden Avrupa`ya yayılan geniş bir hinterlanda da nüfuz etmiş olacak.
Siyonistlerin bu ve benzeri şeytanî gerekçelerle Kürdistan`ı tanıyacak olması, siyonizme düşman kesimleri Kürdistan konusunda tam tersini düşünmeye sevk etmemelidir.
Herkesin ajandası kendisini bağlar.
İsrail terör rejiminin “dünya dönüyor” açıklaması karşısında, sırf “muhalefet olsun” diye antitez üretmek gibi bir zorunluluk yoktur.
Ayrıca terör rejiminin meseleyi Yahudi kaypaklığı ve sinsiliği ile “Ver gazı ve Gazze`yi, al Kürdistan`ı” noktasına getirme niyeti deşifre edilmekle beraber, bu hususun insanî ve İslamî hakların görmezden gelinmesine kılıf yapılmasına izin verilmemelidir.
Mesele Kürtler olunca ümmetin bütünlüğünü hatırlayan kimi kardeşlerimizin de böylesi bir çabayı itikada taallûk eden bir hususmuş gibi yansıtmaları doğru değildir.
1930`lu yılların Türk solu jargonu ve “Alisiz Aleviliği” merkeze alan tutumuyla, en temel bir insan hakkı için dâhi siyonizmden ya da emperyalizmden “destur” alınması gerektiğini düşünen –sözüm ona- Kürt halkının temsilciliğine soyunmuş akl-ı evvellere gelince...
Bunlara, Kürdistan`ın müstemleke olması fikrini şiddetle reddetmiş iki âlim önderin, Şeyh Said Efendi`nin ve Said-i Nursi`nin onurlu tavırlarını hatırlatmak isterim.
Evet, mesele aslında çok basit:
Ya en tabiî meşru bir isteğin için bile emperyalizmin çadırına gireceksin.
Ya da onurlu bir duruş sergileyerek hiçbir hakkından vazgeçmeden bu çadırı yıkacaksın.
İşte bütün mesele budur!