Gelişmeler öyle gösteriyor ki Irak, fiilen bölünecek.
İyi mi olacak kötü mü?
Bu, kimin nereden baktığına bağlıdır.
90`lı yılların sonunda sona eren soğuk savaşın ardından, İslam ülkelerini hedefe koyan Neo-Con savaş konseptinin ajandası biliniyor.
2001`den beri ABD ve Anglosakson ittifakının Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan ve İran`ı işgal etmeye karar verip buna göre bölgesel stratejiler ve politik taktikler geliştirdikleri de sır değil.
13 Şubat 2012 tarihli Şarku`l Evsat`taki köşesinde Abdulbari Atwan şöyle yazıyordu:
“Eski Amerikan Dışişleri bakanı Henry Kissinger`in açıklamalarına göre savaş, petrol alanlarında odaklanacak ve ‘yedi` İslam ülkesi işgal edilecek.”
Hak gaspına uğrayan kesimlerin böyle bir konjonktürde avantajlı bir konum elde etmeleri karşısında nasıl bir tavır takınılması gerektiği hususu bir kenara, israil`in bu durum karşısında keyiften dört köşe olduğuna şüphe yok.
Çünkü bu coğrafyada kendisinden büyük devlet istemiyor. Kurucu babaları İngilizlerin” böl, parçala, yut” senaryosunun gösterimde olmasından oldukça memnun.
AB(D) kendi planının tıkır tıkır işlemesinden oldukça memnundur.
Bir taraftan en az yüz yıl daha alternatifsiz olduğunu tespit ettiği petrolü ülkesine akıtmaya devam ediyor, diğer taraftan haylaz, şımarık ve bir o kadar da korkak çocuğu İsrail`i biraz daha güvenlik çemberine alıyor.
Bir asırdır insaflarına terk edildikleri inkârcı ve asimilasyoncu BAAS yönetimlerince yok sayılan Güney Kürtlerine ise devlet olma kapısı aralanıyor.
Ehl-i Sünnet düşmanlığı üzerine bina edilmiş Safevî Şiiliği anlayışından başka bir vizyonu olmayan başbakan Maliki`nin penceresi biraz daha farklı.
Sünnî olmayı ise Emevî avukatlığı ve Şiî düşmanlığı üzerinden yorumlayan Sünnî(!) grupların bakış açısı ise çok daha farklı.
Musul ve Kerkük petrollerindeki %10`luk payını(!) alabilmek için bütün zamanlarda önüne çıkan tarihi fırsatları kaçırmak istemeyen Türkiye Cumhuriyeti ise, meseleye çok daha farklı bir pencereden bakıyor.
Suriye`deki yanlışlarından kaynaklanan yalnızlığı, kendi ülkesindeki Kürtlerin durumu ve Suriye Kürdistanı`ndaki fiili durumla karşı karşıya olduğu halde.
Suud`un konumunu anlatmak için şu tarihi vakayı aktarmak yeterli olacaktır:
“1922`de Suudi Arabistan ile Kuveyt arasındaki sınırı görüşmek üzere düzenlenen konferansta anlaşmazlık zuhur eder. Ortadoğu haritasına şekil verme işine bakan İngiliz İstihbarat Yetkilisi Sir Percy Cox`un¸ ilerde Suudi Kralı olacak Abdülaziz es-Suud`a çok sert çıkması münasebetiyle yaşanan şaşkınlık ve şoku¸ yardımcısı şu ibret ve dehşet yüklü ifadelerle aktarmıştı: “Ben¸ sultanın haylaz bir çocuk gibi azarlanmasına şaştım kaldım. Sir Percy Cox¸ ondan ayağını denk almasını istedi. Suud neredeyse ağlayacaktı ve ağlamaklı bir sesle Sir Percy`nin kendisini yetiştirdiği ve bugün bulunduğu mevkie yükselttiği için hem babası hem annesi olduğunu söyledi ve kendisi isterse krallığın yarısını¸ hatta hepsini kendisine feda etmeye hazır olduğunu ilan etti. Cox¸ eline bir harita ve kalem aldı ve Suudi Arabistan ile olan sınırı çizdi.
İş başına gelmeleri ve iktidarlarını korumaları Batı`nın desteği sayesinde olan krallar ve emirler minnet borçlarını bugün¸ emperyalizmin iktidarını pekiştirmek ve varlığını/çıkarlarını sürdürmek için sık sık sunî krizler çıkartıp müdahalelerde bulunmasına davetiye hazırlayarak yerine getirmektedirler.(Muhammed Heykel-3.Petrol Savaşı)”
Abdülhamid, Osmanlı`nın ömrünü uzatmak, modern(!) programlarla sistemi takviye etmek için yoğun bir çalışmanın içine girmişti.
Öyle ki başına çorap örecek çoğu Mason olan İttihatçı çetelerin faaliyetlerine bile göz yumuyordu.
Said Nursi`den, Mehmet Akif`e, Elmalılı`ya kadar kendisini uyaran birçok âlimle bırakın görüşmeyi, onları dinlemiyordu bile.
Akıbet malum:
Hem tahtından oldu hem de devleti İttihatçı çetelere teslim etti.
Umarım, Abdülhamid`in halefi olduğunu iddia eden irade, salıverdiği İttihatçı artığı Ergenekoncu-Balyozcu çetelerin faaliyetlerine göz yumup Şeyh Said`in, Said Nursî`nin, M.Âkif`in takipçilerine aynı muameleyi yapmaz.