Türkiye`nin son otuz yılda geçirdiği değişimin İslami cenahtaki boyutları ve mahiyetiyle alakalı kendimce bazı parametrelere sahibim.
Sözgelimi, 25-30 yıl önce Yeşilçam`ın aşk filmlerini seyretmek, zındıklık ve sefahet olarak kabul görürdü.
Şimdi ise, sapıklık boyutuna varan dizilerin ekranlarda sıkça yer tutmasından olsa gerek, bahse konu aşk filmleri adeta masumiyet ve meşruiyet kazandı. Öyle ki, Müslüman halkın tasadduk ve infaklarıyla kurulan TV kanallarında, bu filmler reyting rekorları kırıyor.
Haramların tarifi mi değişti, ehlileştirildik mi, revize ve estetize edilen günahları mı kanıksadık, İsrailoğulları gibi lanetlenmeye sebebiyet veren birbirimizi kötülükten alıkoymaktan mı vazgeçtik, yoksa hepsi mi?
Değerlerimize bağlı kalıp değişiyor muyuz, yoksa değerlerimizden uzaklaşıp başkalaşıyor muyuz?
Akademik tezlere konu olmayı hak eden bu azim soruların cevaplarını şimdilik, tefessüh etmemiş vicdanlara havale etmekle iktifa edelim.
Suriye`ye yönelik dış müdahalenin konuşulduğu bugünlerde kimi İslamcı entelektüellerin, müdahaleyi hararetle savunduklarını, bunun için reel, rasyonel ve irrasyonel gerekçeleri sıraladıklarını görünce aklıma yukarıdaki kıyas geldi doğrusu.
Üstelik İslami entelijansiya mensubu bu yazar, çizer ve yorumcuların 1 Mart tezkeresinin meclisten geçmemesi için yoğun bir çaba ve kulis faaliyeti içerisine girdiklerini de hatırlatmış olalım.
Son 30 yılda sosyo-kültürel alanda yaşanan değişimle alakalı sorduğumuz soruların bir benzeri, bu siyasi alanla ilgili olarak da sorulmayı hak ediyor.
Evet, son on yılda değişen ne oldu? Acaba iktidarda Ak Parti değil de başka bir parti(sol ya da merkez sağ) olsaydı aynı duruş sergilenecek miydi?
Amerika`nın İslam coğrafyasında zaman zaman kimi İslam devletleri ile gayr-ı resmi yaptığı ateşkes antlaşmaları üzerinden meseleyi okumak ne kadar doğrudur?
Amerika`nın Ortadoğu diye tabir edilen İslam coğrafyasındaki bütün politikaları, İsrail`i koruma ve kendi ülkesinin çıkarlarına endekslidir. Bu amaçla hem laik Türkiye ile görüşür hem de Şeriatçı(!) Suud ile.
Hem Sünni Taliban`la görüşür hem de Şii İran`la. El-Fetih`le resmen görüşürken Hamas ya da Hizbullah`la el altından veya kendi hesabına vekil tayin ettiği elçilerle görüşmeler gerçekleştirir. Bunda şaşılacak bir şey yok. Asıl şaşkınlık, ümitsiz bir ruh hali ve çaresizlik içinde Amerika`dan bir an önce Suriye`ye müdahale etmesini, Esed`i yok edip demokratik bir rejim kurmasını istemektir.
Amerikalı Chomsky`nin ifadesi ile “Demokrasi halkları aldatma yalanıdır” sözünü hatırlatmak ne kadar etkili olur bilemem ama bildiğim bir şey var: O da Suriye`de Hilafet ya da Şeriat devleti beklentisi içinde olan samimi Müslümanların çok ciddi hayal kırıklıklarına uğrayacaklarıdır.
Yüz binle ifade edilen ölü sayısının bir anda Irak örneğinde olduğu gibi milyona varması ve Afganistan örneğinde olduğu gibi 14 senelik Afgan cihadının, İslami grupların amansız iç savaşıyla ve Amerika yanlısı Karzai`nin devlet başkanlığı gibi bir hüsranla sonuçlanması işten bile değildir. Mısır`da İhvan`a sükûnet tavsiye ettiğimiz gibi, Suriyeli Müslüman gruplara da aynı tonda çağrılar yapmak elzem ve ehem hale gelmiştir. Aksi yöndeki çağrı ve beyanatların samimiyetleri sorgulanır hale gelecektir.
Filistin`i bırakıp Suriye`de cihad fetvası vermek çok ciddi bir vebalin altına girmektir.
Mısır`a elçiyi yeniden göndermek ancak Mısır`daki darbenin finansörü ve Suriye`ye yönelik askeri bir operasyonun bütün masraflarını karşılayacağını ilan eden Suudi`ye ses çıkarmamak, ilkeli olamamaktır.
Tekfircilik anlayışının İslam tarihinde Endülüs`ün sonunu getirmek de dahil, ne tür felaketlere yol açtığını görememek, iz`an körleşmesi yaşamak demektir.
Baas bataklığının ürettiği sineklerden biri olan Esed`i gayr-ı meşru ilan edip onunla diyalog geliştirmeyi uygun görmemek, buna karşın Esed`i üreten bataklığın da sahibi ABD, Avrupa, Katar ve Suud`la yoğun temas ve ilişkiler geliştirmek, dürüstlükle bağdaşır bir tutum değildir.
Suriye meselesi artık çok ciddi anlamda bir fitne boyutuna varmıştır. Fitneyi ise alevlendirmek değil, söndürmek gerekir.