Reyhanlı saldırısı sonrası, bizzat Başbakan`ın dilinden duyduk Mit ve Emniyet arasındaki koordinasyonsuzluğu. Onbir yıldır tek başına iktidarda olan hükümetin normalleşme, demokratikleşme ya da şeffaflaşma konusundaki çok büyük iddialarına ve inkâr edilemeyecek bazı kazanımlarına rağmen…

Başbakan`ın itiraf niteliği taşıyan bu açıklamalarından hemen sonra Mit, Emniyet, jandarma adına çalışan eski ve yeni muhbirler; gazetelerin köşe başlarını tutmuş farklı kliklere mensup Mit`çi gazeteciler birbirlerini suçlamaya ya da kendilerini aklamaya başlayınca, lime lime dökülüverdi feraset ve basiret sahiplerince zaten malum olan kirli yapılar…

Mit içindeki “Aydınlıkçı” gruplardan tutun da, Fetullahçı polisler ve istihbaratçılar, PKK`nin şehir yapılanması KCK`yi yöneten ve sayıları binlerle ifade edilen Mitçiler ve yöneticilerine kadar neredeyse her şey deşifre oldu, olmaya da devam ediyor.
Türkiye`deki istihbarat örgütleri içinde kaç grup ya da kaç klik daha olduğunu ve bunların nerelere ve kimlere çalıştığını tam olarak bilemiyoruz.
 
Bildiğimiz şey, bunların düşman belledikleri kesimlere karşı çok rahat suç ihdasında bulunabildikleri, halkı çok rahat bir şekilde maniple etmek için geniş medya desteğine sahip oldukları ve Başbakan`ın çalışma ofisine dinleme cihazı yerleştirebilecek ve üst düzey bir bürokrat üzerinden Başbakan`ı bile hedef tahtasına oturtacak kadar güçlü olduklarıdır.

Peki, Başbakan`ın dâhi şerlerinden emin olamadığı Mit ve Emniyet içindeki bu kirli ve karanlık yapılara karşı sade vatandaşlar, dokunulmazlık zırhı ve kanun değiştirme selahiyeti bulunmayan kimsesiz, gariban ve mustaz`af kesimler bunlarla nasıl başa çıkacak? Kendilerini nasıl güvende hissedecekler?
Aşağıda sıraladığım ve devede kulak misali kalan bu karanlık yapıların üstün başarısının(!) neticesi olan şu vahim örneklerin bu sorulara cevap teşkil edeceğini sanıyorum:

Elazığ İhya-Der, Adıyaman Vahdet-Der, Kâhta Mustaz`af-Der, İstanbul ve Adana`daki STK davaları sonucu birkaç asırlık cezalara çarptırılmayı netice veren kolluk-yargı tiyatroları…
Derneklere Molotof atanları, yakıp kundaklayanları ele geçirip güvenlik(!) güçlerine teslim ettiğinde, mahkemeye dahi çıkarılmadan saldırganların salıverilmeleri…

Polisin gözü önünde Yüksekova`da dernek idarecisini katleden gözü dönmüş güruha ait her türlü ses ve kamera kaydı olmasına rağmen, en ufak bir ilerlemenin dahi kaydedil(e)memiş olması…
Yasal her türlü izin alınarak açılmış ve yasal faaliyet yürüten derneklere giden gençlere gözdağı verme, takip-taciz-tahrik etme, muhbirliğe zorlama…

İttihatçı zihniyetle başlayan ve kaynağını hiçbir şekilde bu topraklardan almayan gayr-ahlaki, gayr-ı insani ve namertçe sürdürülen komplo, kumpas, hile ve tuzaklar…
M.Kemal`i “hilafet” meselesindeki tavrından dolayı eleştiren Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey`in, M.Kemal`in has adamı Topal Osman tarafından ortadan kaldırılması gibi…

Hilafet başta olmak üzere, Şer`i Şerif`in ahkâmının ilga edilmesine karşı Qıyam eden Şeyh Said Efendi`nin İttihatçı zihniyet tarafından Müslüman Türklere Kürtçü, Avrupalılara ise “Şeriatçı” gösterilmesi gibi…
Dersim`de, Geliyé Zila`da halkları “ulus devlet” formunun faşizmi ve şovenizmine uydurma gerekçesiyle bizzat devlet tarafından vahşice katliama uğratılan yüz binlerce masum ve savunmasız kurban gibi…

“Bin adet başım olsa Şeriat-ı Garra için feda etmeye hazırım!” diyen Üstad Hazretlerinin Kürdistan`ın yalçın kayalıklarından alınarak türlü türlü hakaretlerle Kürtçü, yobaz, terörist yaftaları eşliğinde diyardan diyara, zindandan zindana sürgün edilmesi gibi…

Camiye gidip çocuklara Kur`an dersi veren gençlerin de Üstad Hazretlerine reva görülen zulümler misali derdest edilerek terörist, katil vs. ilan edilmeleri ve diyardan diyara, zindandan zindana sürgüne gönderilmeleri gibi…
Bayramlarını dahi muhaceratta geçiren Erenler gibi…

Meyhaneleri, kumarhaneleri, faizhaneleri, batakhaneleri açık ve her gün onlarca suçlu üreten bataklıkların serbest olduğu bir zaman diliminde, tek suçu kız çocuklarını başörtülü olarak okula göndermek olan iffetli annelere ve izzetli babalara pervasızca ceza verilebilmesi gibi. Ve saire, ve saire…
Vicdan mı dediniz?

Bir dönem, “Allah yok, Peygamber izne çıkmış!” retoriği ile yetiştirilen işkenceci jenerasyonun henüz değişmediğini, hatta amirliklere terfi ettirildiklerini unutmayalım.