Yeni bir dünya kuruluyor. Küresel İstikbarın evdeki hesabının çarşıya uymadığı bir süreç olacak inşaallah.
Ortadoğu denilen coğrafyanın en stratejik noktasında duruyor dört pare Kürdistan. Zengin su ve petrol yatakları üstünde… Ve Kürdistan coğrafyasının üzerinde yaşayan sahipsiz ve değerli bir kavim…
Küresel ve yerel güçler tarafından acımasız politik hesaplara kurban edilerek yok sayılmış, horlanmış; katliamlar, sürgünler, zindanlar ve talanlar yaşamış bir halk…
Özelde kendi ülkemizde, genelde ise bütün Kürdistan coğrafyasında bu makûs talihi yenecek bir sürece ve bir konjonktüre evrildiğimiz kanaatini taşıyorum. Yeter ki süreci idare eden aktörler basit, kısır ve bencil hesapların içine düşmesin.
Bu kapsamda adına “barış süreci” denilen böyle bir vasatta, Kürdistan`daki bütün renkleri ve dengleri(sesleri) ayrım yapmadan bütünleştirmesi beklenen çevrelerden tam tersi uygulamalar geldiğini görmek, ister istemez insanı hem düşündürüyor hem de ürkütüyor.
Dicle Üniversitesi`ndeki olaylar nedeniyle, sorumsuzluk kavramı ile izah edilemeyecek bir biçimde olaya dahil olan kimi BDP`li milletvekili ve yöneticilerin takındıkları agresif ve ajite edici tavır ve pratik, üzerinde çok düşünülmesi gereken bir husustur.
Süreç içerisinde kendi ayağına kurşun sıkmak anlamına gelen bu tavırlar karşısında, HÜDA PAR yetkililerinden bu durumu anlamlandırmaya yönelik açıklamalar geldi. Bunlardan biri de, öteden beri konuşulan PKK ve BDP içindeki ulusalcı sol damardı. Kendilerini Alevi olarak da tanımlayan bu ekibi, HÜDA PAR yetkilileri ilk defa deşifre etmiş gibi saldırgan tutumlar sergilendi.
Bununla da kalınmayarak Alevi vatandaşlarımızın tamamı suçlanıyormuş gibi bir intiba uyandırılmak istendi kimi art niyetli ve ahlaktan yoksun kişi ve kişiler tarafından. Bunun böyle olmadığını söylemeye bile gerek görmüyorum, zira bu yakıştırmaların ciddiye alınacak hiçbir tarafı yok.
Böyle olmakla birlikte HÜDA PAR yetkililerinin dikkat çektiği bu damarın mutlaka dikkate alınması gerektiğine haklılık kazandıracak bir makaleden bahsetmek istiyorum. Bu makale sıradan birine ait değil. Sürecin baş aktörlerinden biri olan Ak Parti milletvekili ve Başbakan`ın başdanışmanlarından Yalçın Akdoğan`a ait.
12 Nisan 2013 tarihli ve “PKK İçindeki Kanatlar ve Riskler” başlığını taşıyan Star gazetesindeki yazıdan birkaç alıntıyı sizlerle paylaşmak istiyorum:
“…PKK içindeki farklı kanatların sürece zarar verecek şekilde kurgulanmaya çalışılma ihtimali daha fazla dikkat edilmesi gereken bir konudur.
…Cengiz Çandar`ın TESEV için hazırladığı raporda PKK`nın şahinleri olarak Duran Kalkan, Cemil Bayık ve Mustafa Karasu sayılıyordu. Bunların alevi- solcu kimliğinin öne çıktığı, Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altun gibi isimlerin de bu anlayışın temsilcisi olduğu söyleniyordu.
…Osman Öcalan da bazı röportajlarında örgüt içindeki bu kanatla ilgili şunları söylüyordu: PKK homojen bir güç değildir. PKK içindeki solcu ve alevi kesim ittifak halinde mevcut hükümete karşıdır. Daha doğrusu solcu ve Alevi PKK`lılar, baştan beri savaşı dayatıyorlar. Biz dağlardayken bu kesimi etkisiz kılmıştık. Son zamanlarda yurtsever kesim yerine Alevi ve solcu kesim PKK içinde etkili olmuş durumda. PKK`yi şimdi bu grup yönetiyor…”
Yalçın Doğan barış sürecinin kimler tarafından sabote edilebileceğini zımni olarak belirtiyor.
Üniversitedeki olaylar sönmeye yüz tutmuşken gençlerin arasına karışarak gerilimi tekrar tırmandıran kimi BDP`li milletvekili ve yöneticilerin zihinsel yapıları göz önüne alındığında sanırım fotoğrafın netleştiği görülecektir.
Kürde ve Kürdistan`a olan sevgisini ifade eden, faşist sistemin zorbalıklarını ve mazlum halkın ezilmişliğini nazara veren, Müslüman Kürt halkına izzet ve şeref kazandıran aziz İslam dini ile barışık PKK ve BDP çizgisindeki herkesle ortak bir dil ve ortak bir yaşam pekâlâ geliştirilebilir.
Yeter ki Kürt milliyetçiliğini “Truva atı” olarak kullanan ve Müslüman Kürt halkını dininden ve değerlerinden uzaklaştırmaya çalışan, “Nasyonal Sosyalizmi” din karşıtlığı üzerinden okuyan ulusalcı- sol damara prim verilmesin.