Bu hafta yine hikmeti anlatmaya devam edeceğiz; Kur'an-ı Kerim'de yirmi yerde geçen "hikmet" kavramını müfessirler, çeşitli manalarda tefsir etmişlerdir. Bu tefsirlerin her biri farklı gibi görünse de "hikmet"in ifade ettiği 'sözde ve amelde tam ve eksiksiz olma, faydalı ve isabetli olma' anlamı etrafında çevrelenmektedir.
Ahlâkın esasını hikmet, şecaat, iffet ve adalete bağlayan İmamı Gazâli, hikmet için şu genellemeyi yapar: Hikmet, bir hal ve keyfiyettir ki, kendi tercihimizle yaptığımız işlerimizde doğruyu yanlıştan onunla ayırt edebiliriz. İlim kuvvetinin iyiliği ve güzelliği, sözlerde doğruyu ve yalanı, inançlarda hak ile batılı, işlerde güzel ile çirkini kolaylıkla ayırt edebilecek bir hal almasıdır. İişte ilim sayesinde bu kuvvetlerin elde edilmesinden meydana gelen güzel neticeye hikmet denir. (İhyau`l Ulumiddin, c. 3, s. 126-127)
Böylece Gazali, tefekkür kuvvetinin gerektiği şekilde terbiye ve ıslah edilmesiyle hikmetin meydana geleceğini özetliyor.
Gazali'nin bu tarifini biraz daha açacak olursak şunu söyleyebiliriz. Hikmet aklı doğru yönde işleterek varlığın sırlarını yakalamak, sahip olunan bilgi veya yetkiyi yerinde ve zamanında kullanarak amele yön verlmektir. İlim ile yetki iki büyük silahtır. Yerinde ve zamanında kullanıldıkça sahibini büyütür, şanını şerefini yüceltir; yersiz ve zamansız kullanıldığı zamanda ise, sahibini batırır, hatta ipe bile götürebilir.
Kuran'ı Kerim, hikmeti, kitap ilminden sonra zikreder. Daha açıkçası ilmin en son mertebesi olarak tarif eder. Çünkü hikmet, –yukarıda da belirttiğimiz gibi- diğer ilimleri nasıl ve nerede kullanacağının bilincidir. Bu bilinç oluşmadan bir insan ne kadar alim olursa olsun eksiktir, yetersizdir. Rehberlik makamına ise hiç ehil değildir. Söylediği şeylerin doğru olması yetmez. Bazen doğru şeyler bile başı belaya sokabilir. Üstad bediüzzaman rahmetüllahi aleyh ne güzel ifade etmiş: "söylediğin söz hak olsun, ama her hakkı her yerde söyleye hakkın yoktur."
Bir tarihçi düz tarih okur, yorumdan fazla anlamaz. Bir fakih de fıkhi hükmü ortaya koyar, kimin işine gelir, kimin de işine gelmez, bu onu enterese etmez. Ama bir hikmet adamı böyle değildir. Özellikle siyasetle iştigal edenler neyi, nerede ve ne zaman konuşacağının bilinciyle sözlerini seçerek konuşmak zorundadırlar. Dünü, bugünü ve yarını birlikte düşünmeli, bu gün söylediği şeyin yarın cevabını verebilecek şekilde hesap etmelidir.
Hikmet ehli yersiz ve zamansız konuşmazlar. Onlar çok susar az konuşurlar; muhatabı anlamadan, son sözünü almadan, onu çözmeden de cevap vermezler. Dolayısıyla herkes tarafından sevilir, sayılır ve sözü dinlenir kimseler makamına yükselir. Yersiz, zamansız ve patavatsız konuşmalar ise bıktırır, kafa şişir. Kimse tarafından ona ne değer biçilir ne de itibare alınır.
İnsan kalbine çok şey gelir. Hikmet ehli insanların kalbiyle dilleri arasında sansur basamakları var, kalbe gelen düşünceleri o basamaklardan süzerek dile çeker. Önce bir düşünür, taşınır! Eğer yeri ve zamanı ise söyler, değilse zamana bırakır, ya zamanı gelince söyler ya da hiç söylemez. Hikmetten (siyasi bilinçten) yoksun insanların kalpleriyle dilleri arasında hiçbir engel yoktur. kalbine gelen şeyler olduğu gibi diline dökülür. Kimi zaman pişman olur, ama ağzından çıkanı geri getiremez. Kafesten uçan kuş bir daha avuca gelir mi?
Söz yaydan fırlayan ok gibidir, bir çıktı mı? Daha tutamazsın. Bu gerçeği Hz. Ali keremellehu vechehu, şu veciz ifadeyle anlatır: "Sözün senin kalbinde olduğu müddetçe sen ona hakimsin, ama bir senden çıktı mı? Sen onun esiri olursun." Söz sende saklı olduğu müddetçe her zaman kullanabileceğin bir silahtır; bu silahı gereksiz yerde kullanmamalı, hebaya harcamamalısın.
Her işinizi hikmetle yapmanız dileğiyle
Mehmet şenlik