Bu haftaki yazımıza; Şeyh Sadi Şirazi`den bir hikâyeyle başlamak istiyorum.

“Bir seyahat esnasında yolum bir kasabadan geçiyordu. Kasabada büyük bir şenlik vardı; herkes keyif ve neşe doluydu. Sebebini sorduğumda ise: “Bugün yeni ağamız mindere çıkmış da büyük bir ziyafet vermiştir; ağamızın sofrası çok geniştir, buyurun siz de ondan istifade ediniz” dediler. Ben de, “Olur hem de yeni ağanızı görmüş olurum” dedim. Yola devam ederken bir de baktım ki, adamın birini, eşeğe ters bindirmiş ve yüzünü siyaha boyadıkları halde sokak sokak gezdiriyor ve üzerine toprak, tezek atıyorlar. Sebebini sorduğum da ise: “Bu bizim eski ağamızdır, ona azıl uyguluyoruz” dediler.

Yeni ağanın konağına vardığımızda, geniş bir bahçede sergiler serilmiş, ağa baş köşede kalın bir midere oturmuştu. Nargilesi ağzında karşısında put gibi duranlarla muhabbet ediyordu. Belliydi ki, ağa, çok uyanık biriydi. Uzaktan beni görür görmez: “Şu misafirimizi yakına getirin ve ona bir şeyler ikram edin” dedi. Nihayet nasibimi yedikten sonra ağa bana yönelerek: “Ey derviş! Saltanatımı ve halkımın bana olan bağlılığını nasıl görüyorsun?” dedi. Ben de “Boş bir şeydir” dedim. Tabiki ağanın hoşuna gitmedi, ama bozuntuya vermeden biraz daha nargilesini çekti ve: “Ey derviş, nasıl boş bir şey olur, bak sana şu insanların karşımdaki duruşuna ve şu haşmet ve saltanata!” dedi. Ben de: “Valla ahmaklıktan başka bir şey değildir” dedim. Bunun üzerine ağanın rengi pis değişti ve gözünü etrafa bir gezdirdi! Bu ara bir el omuzuma geldi ve “Kalk bir az işin var” dedi. Anladım ki kritik bir vaziyet var, ve: “Ağanın huzurunda böyle bir şey saygısızlıktır, alicenap insanlar sorgulamadan birini cezalandırmazlar” dedim.

Bunun üzerine ağa: “Bırakın bu dervişde bir hikmet var” dedi ve biraz daha nargilesini çektikten sonra: “Neden bu yakıştırmayı bize yaptın, sebebini söyler misin ey derviş?” dediğinde şunu söyledim: “Az önce kasabanın içnden geçerken şöyle şöyle (eşeğe tes bindirilmiş) bir adamın halini gördüm, sebebini sorduğum da ise bana “Bunun eski ağa” olduğunu söylediler. Şimdi düşünüyorum, bu insanlar eski ağanın da sofrasından yemiş içmişlerdi. Anlaşılan toplum değil ağa değişmiştir. Eğer bunlar değişmezse bir gün yine ağa değişir” dedim.  Bu sözlerimden çarpılmışa dönmüş gibi olan ağa derin daldı ve bir anda sanki bir başka aleme gitti geldi ve nihayet titremeye başlayan elinden nargilesi yere düşünce kendine geldi. Ve: “Aa derviş şu andan itibaren ağalığın da tadı kalmadı” dedi.

Evet, ağalığın mutlaka bir gün değişeceğini düşündükçe altındaki yumuşak minderler bile diken gibi batmaya başlar. İşin sonunda o minderi bırakmanın firakı, bütün zevkleri yıkar götürür. Akla takılı kalan kötü akıbet, daha bidayetten itibaren hayatı tatsız kılar.  Hele ki, tahtları zulüm üzerine kurulu olanlar bir gün mutlaka katrana dönüşecek yüzlerini hayal edince büsbütün dünyaları yıkılıverir.

Bu aralar Ortadoğunun birçok ülkesinde diken üzerinde oturan nice krallar, diktatörler bu akıbeti beklemekte, firak günlerini yaşamaktadırlar. Eşeğe ters bindirileceği günü hayal ederken hırçınlaştıkça hırçınlaşıyor ve zulümlerini daha da katmerleştiriyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, kalplerindeki zulumatın yüzlerine yansıyacağı ve eşeğe ters bindirileceği (selefleri firavun Mubarek gibi sedyeyle demir korkuluklar arkasından görüleceği veya Kaddafi gibi ayaklar altında linç edileceği) günü görüyor gibidirler.

Zaten buna kesin gözle baktıkları için her gün biraz daha paranoya geçiriyor ve katliamlara girişiyorlar. Özellikle Suriye diktatörü Beşşar Esed, bunu çok yakın gördüğü için çılgına dönmüş ve halkından peşinen intikam alırcasına katliamlara girişmiştir. Anlaşılan Beşşar bey diken üstünde olsa bile minderi bırakmayacak ve Suriye`de daha çok kan akıtacağa benziyor. Ancak kendisini bekleyen kötü akıbet gün ışığı gibi ortadadır. Zalimler için yaşasın cehennem.