Günümüz Müslümanların çoğunun yaşantısı izzetten öyle yoksun, öyle uzaktır ki; camilerde vaaz eden, hutbe okuyan vaiz ve hatiplerin "aziz cemaat" denmesi yerine "aziz olması gereken cemaat" demelerini gerektiriyor. Çünkü ümmetin dört bir tarafı zillet ve sefalet içindedir.

Bir milyar yedi yüz milyondan fazla olduğu iddia edilen dünya Müslümanlarının siyasî yönden 40 küsur devlete ayrılmış olması, İslam coğrafyasının yamalı bohçaya benzeyen görüntüsü ve bunların hemen hemen tümünün kâfirlerin piyonları tarafından ve Allah'ın indirdiklerine zıt şekilde yönetilir olması, her türlü fesadın Müslümanların yaşadığı yerlerde bolca işlenmesi... "aziz" olmadıklarının göstergesidir.

Kur`an-ı Kerim'in, izzeti Müslümanların hakkı olarak göstermesi, elbette doğrudur; doğru olmayan, Müslümanların yanlış yaşayışı ve kopuşudur. Müslüman olduklarını söyledikleri halde bireysel, sosyal ve siyasal yönden İslâm'dan uzak yaşayan kimseler izzete değil, zillete layıktırlar.

Sadece Allah'a boyun eğip mutlak olarak sadece O'na itaat etmesi gereken Müslümanlar, izzeti Allah düşmanlarının yanında aradıklarının cezasını, dünyevi avans olarak zillet içinde bir hayatla çekiyorlar. Kâfirlerin lütuflarını dilenen, onların kurumlarında, sadece şekilsel olarak kıyafetlerine müsaade edilmesini talep eden, insani ve İslami haklarını almak için İslami tavırlarını, hele cihadla ilgili görevlerini kuşanmayan Müslümanların izzette asla hakları yoktur.

Allah'ın küçülttüklerini gözlerinde büyüten ve dünyayı âhirete tercih etmenin zilletini tadan insanların dünyada aziz olma hakları yoktur. Allah nazarında zelil olan kimseleri aziz kabul edenler, boyunlarına takılan zillet tasmalarını nasıl çıkarabilirler? Kurtuluşu İslam'da arayacaklarına, Batıda arayanlar, kâfirlerin ölçülerini İslami esaslara tercih edenler iki dünyada da azîz olamazlar.

Üstünlüğün Kur`anî ölçüsünün takva, ilim ve cihad olduğunu bilmek istemeyenler; dış görünüşte, parada, maddede, şan ve şöhrette izzet aramaya kalkarlar. Bu arayışlarının cezası olarak yücelttikleri bu değersiz şeylerin altında kalır, değersiz bir şekilde yaşarlar. En büyük zararı kendilerine verirken, davalarını küçük duruma düşürdüklerinin vebalini de öteki dünyaya götürürler.

İzzet ne mal ve zenginlikte, ne şan ve şöhrette, ne mevki ve makamda, ne de rütbe ve diplomadadır; izzet ve şeref Allah katında, İslam safındadır. İzzetin sadece Allah katında olduğunu bilip bu dünyada aziz yaşayanlar, âhirette de aziz olacak, şeref sahiplerine verilecek ödüle lâyık olacaklardır.

Ne mutlu alçak dünya için alçalmayanlara, Aziz olan Allah'ın aziz diniyle izzet bulanlara! Şan şöhret, -şayet gerekliyse- kazanmak zorunda olduğumuz bir şeydir; izzet ise, kaybetmemek zorunda olduğumuz bir şeydir. İzzet ve şerefini kaybedenin, kaybedecek başka hiçbir şeyi yoktur. İzzet, kumsalı olmayan arızalı bir adaya benzer; bir bırakırsan bir daha ona geri dönemezsin.

Değerli insanlar için izzet hayattan çok daha ağır basar. İzzete hak kazanmak, ona sahip olmaktan daha değerlidir. Zenginlik ve şeref, herkesin istediği şeylerdir. Eğer bunlar doğru bir yolda kazanılmazsa çabuk kaybedilir.

İzzetini kaybettikten sonra yaşamaktan daha feci bir ölüm yoktur. Hayatın sona ermesi bir kere ölüm ve hiçbir şeydir; zillet içinde ve şerefsizce yaşamak ise her gün ölmektir. İzzetle, şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev hayattır.

İnsanlığın karın doyurmaktan daha fazla izzet ve şerefe ihtiyacı vardır. İnsan olana öldükten sonra güzel bir ad bırakmak, hiç ölmemekten daha iyidir. İzzet, erdemin parmağına taktığı pırlantadan bir yüzüktür; izzetsizler onu takamazlar; çünkü onun bir bedeli vardır.

İnsanlar önünde inlemek, ağlamak, yalvarmak hepsi alçalmaktır. Her cinâyet alçaklık değildir; ama her alçaklık bir cinâyettir. Alçağın korktuğu tek şey ölümdür, başka şeye aldırmaz.

Gerçekten inanmış Allah erleri, alçak dünya içün alçaklara baş eğmezler; aç kalır, sefaletle yaşar, ama zilleti asla kabul etmezler.