İzzeti nefis; dinini ilkelerini yaşama adına insanın, insanlık şeref ve haysiyetini koruması demektir. İzzet kelimesi; kuvvet, üstünlük, şeref ve haysiyet anlamlarına geldiği gibi, insanı zillete düşmekten alıkoyan özgüven ve onur gibi anlamlara da gelir. İzzetin zıddı zillet, meskenet, pintilik ve onursuzluktur.
İnsan, izzeti nefsini korumakla yükümlüdür. Bu ise ancak Allah'a iman etmek, hayatını Onun emir ve yasaklarına uymakla mümkün olabilir. Küfür, şirk, nifak ise insanı zillete düşürür, kişiliğinden, onur ve haysiyetinden eder. Mümin, imanı ile izzet kazanır. Kendisini küçültücü, izzetini zedeleyici her türlü davranıştan kaçınır.
Mümin kişinin, İzzeti doğru anlaması ve doğru yerde araması gerekir. Kuran'ı Kerim bunun adresini şöyle gösteriyor: "İzzet "şeref ve üstünlük), Allah'ındır, Rasulullah`ındır ve müminlerindir." (Münafikun, 8)
Bu ayeti kerime, kendilerini izzetli, Resulullah'ı ve müminleri zelil gören münafıklar hakkında nazil olmuştur. Buna göre gerçek müminler izzet, şeref ve üstünlük sahibidirler. Çünkü müminler geçici, değersiz şeylere bağlanmaz, Allah'tan başkasına boyun eğmezler. Yukarıdaki ayeti kerimeyi izleyen ayetlerde mümini izzetli kılacak nitelikler şöyle sıralanmaktadır:
"Ey iman edenler, sakın mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. Biriniz kendisine ölüm gelip de: "Rabbim beni yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!" demeden önce size verdiğim rızıktan (Allah yolunda) infak edin." (Münâfikûn, 9-10)
Müfessirlere göre zikrullah, namaz gibi ibadetlerle, bunların semeresi olarak Allah sevgisiyle yapılan ibadettir. Bu ayetle müminlere şu mesaj verilmektedir. Evlatlarınız ve mallarınızla uğraşırken Allah Teâlâ'yı zikretmek, emir ve yasaklarına uymak, sevap ve ikabını daima hatırda tutmak ile rızasına vesile olacak ibadetlerden geri kalmamak" anlamına gelir. Bunlardan gaflete düşüp geri kalanlar ziyan etmiş, hüsrana uğramışlardır. Allah katında onlara zillet ve hüsrandan başka bir şey yoktur.
İnsanı izzetli kılacak ikinci neden de infaktır. Gerçek müminler Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan Allah yolunda infâk etmekle yükümlüdürler. Çünkü izzet yemekte değil, yedirmektedir. Kendileri patlayıncaya dek yiyip içip Allah için yedirip içirmekten kaçınanlar, yanı başındaki komşusunu, toplumdaki yoksulların ihtiyaçlarını düşünmeyenlerin insanlık izzetiyle bir ilgileri olamaz. Böyle yapanlar, izzeti zilletle değiştirmiş olanlardır.
Mümin, izzetini korumak için küçültücü davranışlardan kaçındığı gibi, ağırbaşlı ve vakur olmak zorundadır. Ancak bu durum kibirle karıştırılmamalıdır. Mümin kendi nefsinin hakikatini bilmeli ve hakkını vermelidir. Dünyevi istekleri sebebiyle nefsi zelil etmeden ona ikram etmelidir. Bunu kibirle karıştırmamak gerekir. Kibir ise, insanın nefsini tanımayarak onu kendi yerinden daha yukarı koymaya çalışması, hak etmediği konuma çıkarmasıdır.
İmam Suhreverdi, izzetle kibir arasında şöyle bir fark ortaya koyar: "Meskenet ve zillete düşmeden tevazu sınırında durmak, kibir ateşinin ortasına kurulmuş izzet köprüsünde durmak gibidir. Bunu becerebilen ve bu hususta sabitkadem olabilenler ancak rasih ulema makamına ermiş sadat-ı kirâm ile sıddiklerdir." (Sühreverdî, Avarifu'l-Maarif, s. 305)
Şu halde mümin, kibirden, gururdan kaçınayım derken izzeti nefsini kaybetmemelidir. Elbette Müminin şeni mütevazı olmalı, ama onun mütevazılıği din kardeşine karşı olmalı, kâfire zalime karşı ise izzetli ve onurlu olmalıdır. Eğer bunu bir zalim, bir kâfire karşı gösterirse zillete boyun eğmiş olarak izzetinefsini kaybeder.