Sözün sahibi, söylediklerini yaşamıyorsa, sözü karşıdakinin kalbine nüfuz etmez. Hiçbir davetçinin, sözünün eri olmadığı için; "hocanın dediğini yap; yaptığını yapma!" dedirtmeye hakkı yoktur. Hem söyleyene, hem de söylenene bakılmalıdır. "Söylenene bak; söyleyene değil!" diye bir Müslüman için niye ve nasıl denilsin? Gerçek müminin sözü de özü de bir olmalıdır.
Bir Yahudi, Müslüman olan Evs ve Hazrec kabilelerini neredeyse savaştıracak noktaya getirmişti. Dost kılığında aralarına girmiş, eski kavgaları hatırlatarak nefislerini tahrik etmişti. Tam o sırada, Allah Resulü sallahu aleyhi vesellem yetişir, tesirli sözlerle kavgayı önler... Sözün etkili olmasında, söz sahibinin rolü büyük olduğu gibi, dinleyenlerin de rolünü yadsımamak gerekir.
Davet ve nasihat için en faydalı konuşma; yalın, doğal, sade ve hikmetli olanıdır. Allah'u Teâla, Lokman aleyhisselamın oğluna yaptığı tavsiyesini şöyle anlatıyor: "Yürüyüşünde mûtedil ve mütevâzi ol. Sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini (avaz avaz bağıran) eşeklerin sesidir." (Lokman, 19)
Bu dünya için boş söz ve gevezeliklerin hoş olmadığını ifade buyuran Rabbimiz, Cennette de boş sözün olmayacağını haber veriyor. Atasözündeki ölçü de yabana atılır cinsten değil: "Biliyorsan söyle; ibret alsınlar. Bilmiyorsan, sus da adam sansınlar."
Sözümüzün iyi anlaşılması, etkili olması için Musa aleyhisselamın şu duasıyla Kur`an bize şu dersi veriyor: "(Musa) dedi ki: Rabbim genişlet göğsümü. Kolaylaştır işimi. Çöz düğümü dilimden ki anlasınlar sözümü." (Taha, 25-28)
Herkes kendini bir hesaba çeksin: En doğru, en güzel söz olan Allah'ın Kitabını mı daha çok okuyup anlamaya çalışıyor ve üzerinde düşünüp tefekkür ediyor; yoksa gazeteler, televizyonlar, radyo, gazete köşeleri ve başka sözler mi vaktini daha çok alıp kendisini yönlendiriyor?
Kuşkusuz; sözün en güzelini dinlemek, anlamak, yaşamak ve konuşmak, dilimizi ve hayatımızı onunla güzelleştirecek ve olgunlaştıracaktır. Bizi çirkinlikten, kötülükten ve basitlikten koruyacaktır. Fertlerin, ailelerin ve toplumların rahatsızlıklarının şifâ bulması, en doğru reçete olan Allah'ın sözüne yönelmekle mümkündür.
Karanlıktan hoşlanan "yarasalar", iletişim araçlarıyla, saçma sapan sözlerle, yalan ve iftiralarla, İslam'ı söndürmeye muvaffak olamayacaklardır. "Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Kâfirler hoşlanmasa da Allah, nurunu tamamlayacaktır." (Saff, 8)
Her Müslüman; Kur`an'dan enerji alan bir nur/ışık olmaya gayret sarf etsin. O zaman göreceksiniz ki, İslam'ı karartmak için saldıranlar, bir gün İslam ile aydınlanacak veya kendi zindanlarında cehennemi dünyadayken yaşamaya başlayacaklardır.
Firavun, onca küfrüne ve isyanına rağmen saltanatını sürdürüp giderken, dünyevi helakine bir söz sebep olmuştur: "(Firavun) adamlarını topladı ve bağırdı; 'ben sizin en yüce rabbinizim' dedi. Bunun üzerine Allah da onu, ibreti âlem olarak ahiret ve dünya azabıyla yakalayıverdi." (Naziat, 23-25)
Allah, Musa aleyhisselam ile Harun aleyhisselamı firavuna gönderirken onunla güzel ve yumuşak sözle konuşmayı emrediyor: "Fe kula lehu kavlen leyyina: Ona yumuşak bir üslupla söyleyin. Umulur ki öğüt alır ya da korkar." (Taha, 44)
Ne yazık ki günümüzde Müslüman kardeşine bir doğruyu ileten ya da hatalı gördüğü bir kardeşini uyaran kimi Müslümanların takındığı üslup, Firavun'a dahi takınılmayacak kadar katı, nefret ettirici ve gaddarca olabilmektedir. Oysa Müslümanların birbirlerine karşı merhametli, şefkatli: kâfirlere karşı şiddetli ve onurlu olmaları gerekirdi.
Bir gün ünlü bir âlim, Abbasi halifesi Harun Reşid'i uygunsuz bir üslupla uyarır. Bunun üzerine Harun Reşid bu nasihatçiye Taha suresinin yukarıda geçen ayetini kastederek şöyle der: "Yavaş ol! Allah senden daha hayırlısını (Hz. Musa ve Harun) benden daha şerlisine (Firavun) gönderirken yumuşak konuşmalarını emretti."
Rabbim cümlemize, muhatabın anlayacağı dilden konuşmayı; neyi, nerede ve ne zaman konuşma bilincini versin! Âmin.