Aşura günü insanlık tarihinde büyük olaylara sahne olduğundan İslam dininde olduğu gibi birçok semavi dinde de önemli bir yer işgal etmektedir. Rivayetlere göre, Âdem aleyhisselamın yeryüzüne indirilmesi ile tevbesinin kabul edilmesi Aşura gününde olmuştur. Yine Nuh aleyhisselamın tufandan kurtulup gemisinin karaya oturması, İbrahim aleyhisselamın Nemrut`un ateşinden kurtulması, Musa aleyhisselamın Kızıl Denizi geçip Firavun`un zulmünden kurtulması ve Firavun`un ordusuyla birlikte Kızıl Denizde boğulup helak olması gibi büyük hadiseler de Aşura gününde olmuştur.
Bu itibarla, Aşura günü, eskiden beri birçok millet tarafından kutsal bir gün olarak kutlana gelmiştir. Kimi kavimler, ibadetle oruç tutmakla ihya etmiş, kimileri de bayram şeklinde etkinlik yaparak, Aşura yemeğini dağıtarak anmışlardır.
Bununla ilgili Eba Said El Hudri`den rivayet edilen bir hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Kim Aşura gününde ev halkına genişçe ikramda bulunur, onlara güzel şeylerden yedirir içirirse, Allah (c.c), da bütün yılda ona genişlik verir, bol rızık nasip eder.” (Tac: c. 2. s. 91)
Ancak İslam tarihinde bu kadar büyük değere haiz olan Aşura günü, Kerbela`da Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam`ın torunu Hz. Hüseyin`in, İbni Ziyad tarafından hunharca şehit edilmesiyle yeni bir boyut kazanmıştır. Bu olay yani Kerbela faciası, daha önce Aşura ile ilgili birçok anlam ve anlayışları gölgede bıraktı. Artık Aşura denince ilk akla gelen Hz. Hüseyin`in şahadeti ve Kerbela faciasıdır.
Dolayısıyla bütün bir ümmet olarak, yeryüzünün değişik coğrafyalarında ve değişik tarzlarla Aşura`yı anıyoruz, anlatıyoruz ve anlamaya çalışıyoruz. Hakeza Kerbela ve Hazreti Hüseyin`le ilgili kimimiz söz diziyor, hutbe okuyor ve dert döküyoruz; kimimiz de ağlıyor, ağıtlar yakıyor ve kendi kendimizi zincirlerle dövüyoruz. Ancak bunların çoğunun kullanma zamanı geçmiş söylemler, eylemler ve değerlendirmelerden ibaret olduğunu düşünüyorum.
Her şeye rağmen bunlar, Hz. Hüseyin`in davasını diri tutmak için bir nebze işe yarıyor olabilir, ama kesinlikle yeterli değildir. Bunu anlamanın en doğru yolu; bu olayın, tüm zaman ve zeminlerde zulme ve baskıcı yönetimlere karşı başlatılan İslami diriliş hareketlerinin ana misyonu olarak karşımızda duruyor olmasıdır. Eğer Kerbela gerçeğine böyle bakılmıyorsa Ali Şeriati`nin dediği gibi: Hz. Hüseyin`in şahadetine seyirci kalıp da sonra dizini döverek acizliğine yakınan korkak Küfelilerin yaptığından başka bir şey yapılmış olamaz.
Kerbela faciasından sonra İslam tarihinde hep iki profil çizilmiştir. Tıpkı Habil ve Kabil olayında olduğu gibi… Artık Yezit denilince akıllarda hep kötü adam, cani, gaddar, ihanetçi, nefisperest, şehvetperest ve saltanat düşkünü bir kişilik canlanır zihinlerde. Hüseyin denince de hep hakkın hakikatin yaşaması uğruna canını ortaya koyan bir civanmert, zulmün, ihanetin gerçek yüzünü herkese göstermek için korkusuzca meydanlara atılan bir şecaat timsali, bir ilim ve irfan meşalesi, hak ve hakikatin sembolü bir kişilik canlanır zihinlerde.
Evet, tarih boyu bu iki tiplemeden biri;yüreklerde sevgi tahtını kurup kabul görürken, diğeri hep dışlanmış, horlanmış ve nefretlik ilan edilmiştir. Biri övgülerle, ağıtlarla yâd edilirken diğeri hep kötülüklerle ve lanetlerle yerilmektedir. Biri esiri olduğu saltanatıyla birlikte tarihin çöplüğüne gömülürken, diğeri gönülleri fethederek oraya ebediyen taht kurmuştur. Bunun en güzel tanığı tarihtir. Öyle ki, ümmetin evlatları arasında Yezit ismiyle müsemma pek kimseyi bulamazsınız, ama Muhammed, Ali, Hasan ve Hüseyin isimlerini hemen hemen her ailede görmeniz mümkündür. Hatta bazıları bir tanesiyle yetinmeyip çifter olarak yani Muhammed Ali ve Hasan Hüseyin olarak koyduklarını göreceksiniz. Böylece biri gönüllere kazılmış bir karakter olarak tarihteki yerini almışken diğeri gönüllerden ve tarihin sayfalarından da silinip gitmiştir.
Şu halde, Aşura`yı anmak sadece Aşura yemeğini dağıtmak ve yemekten ibaret değildir. Aşura`yı veya Kerbela`yı anmak, Seyyidüşşüheda Hazreti Hüseyin`in yaptığı gibi zulme ve haksızlığa karşı boyun eğmeden, hakkın, hukukun ve adaletin ayakta tutulması için, hakkın katledilmemesi ve fitne kapılarının aralanmaması için canını ortaya koyarak gerçekleri savunmaktır. Bugünün yezitleri karşısında Hz. Zeynep gibi izzetle duruşu ve direnişi haykırmaktır.
Bugün yezit diye birileri ortada gözükmemektedir, ama yezidi karakter değişik isimler altında rolünü oynamaya devam etmektedir. Ama heyhat, Müslümanlar artık isme değil, karaktere bakarlar. Yezitler hangi kılığa girerse girsin onların gözünden kaçmaz. Her zaman ve mekanda yezitlere karşı Hüseyin`lerden yana tavır almamız dileğiyle…