“İyi biliniz ki sizin en hayırlı olanınız, ahlâkı en güzel olanınızdır.” (Buhari, Müslim)
Müslüman bir davetçi, güzel, yumuşak, sade ve merhametli bir ahlâka sahip olması gerekir. Öfkeli ve katı kalpli olan biri, etrafında insanları toplayamaz ve onlar arasında dayanışma sağlayamaz. İnsanlar; daima merhametli bir koruyucuya, engin bir sevgiye, fevkalâde bir gözetime ve müsamahakâr bir davranışa muhtaçtırlar; cehalet, zayıflık ve noksanlıklarını hoş görecek bir hilme muhtaçtırlar. Vermeyi bilen, insanların elindekine göz dikmeyen, sorunları paylaşan ve kendi sorunlarıyla baş ağrıtmayan kimseler ancak davetçilik görevini başarabilir ve insanlara rehberlik edebilirler.
İnsanlarla sohbet ve muaşereti kolaylıkla sağlayan af yolunu tut. İnsanların mükemmel olmasını bekleme. Onları zora koşma. Hatalarını, zaafiyet ve noksanlıklarını müsamaha ile karşıla ve affet.
Tabi ki tüm bunlar, kişisel ilişkilerde söz konusudur. İtikadi veya şer`î hükümlerde değil... Çünkü İslâm akidesi ve Allah (cc)`ın şeriatı söz konusu olunca göz yummak, hoş görmek asla mümkün değildir.
İnsanların hidayetiyle ilgilenmek, onların hidayetine vesile olmaya çalışmak engin bir yürekliliği, hoşgörüyü, kolaylığı ve sadeliği gerektiren kritik bir meslektir. Yani bir yandan bütün bunları yaparken Allah`ın dininde hiç bir gevşeklik veya aşırılık göstermeden...
“Allah`a davet edip salih amel işleyen ve “Ben Müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü olan kim vardır? İyilikle kötülük elbette bir olmaz, öyleyse Sen (kötülüğü) iyilikle defet. O zaman görürsün ki, aranızda düşmanlık bulunan kimse bile sımsıcak bir dost oluvermiştir. Bu (hususiyet) sadece sabreden kimselere, sadece büyük mükâfat sahibine verilir. Eğer şeytandan Sana (saptırıcı) bir vesvese gelirse, Allah`a sığın. Çünkü O, her şeyi işiten ve bilendir.” (Fussilet: 33–36)
Allah`ın dinine davet görevini; beşeri zaaf ve cehalete, nefsin bildiğiyle övünüp kibirlenmesine, “dalalet üzerindesin” denmesini reddetmesine, davanın tehdit ettiği arzu ve şehvetlere düşkünlüğüne rağmen yürütmek, gerçekten zor bir iştir. Çünkü tüm insanları hukuken eşit gören bir tek İlah`a davet işi, böylesine zor şartlarda yürütmek büyük bir görevdir.
“Allah`a davet edip salih amel işleyenden daha güzel sözlü var mı?”
Davetçi, kötülüğe karşı kötülükle karşılık veremez. Çünkü iyilikle kötülüğün etkisi aynı değildir. Kötülüğün karıştığı bir iyiliğin etkisi de aynı değildir. Kötülüğe karşı sabır, müsamaha ve nefsanî arzuları bırakıp aşmak, en başıbozuk kişileri bile sakinleştirip güven duymalarını sağlar. Düşmanlıktan dostluğa ve serkeşlikten sükûnete yönelmesine neden olur.
“Sen kötülüğü iyilikle defet. O zaman görürsün ki, aranızda düşmanlık bulunan kimse bile sımsıcak bir dost oluvermiştir.”
Bir mümin, ne olursa olsun Rabbi için kızmalıdır. Rabbinin yüceliği ve saygınlığı çiğnenince kızmalıdır. Nefsimize veya ailemize bir hakaret yapılınca şişinir, kızar ve öfkeleniriz. Ama mümin, Rabbi için gayrete gelmek zorundadır. İşte İslâm`la cahiliyenin tasavvurları arasındaki her zaman ve her ortamdaki gerçek fark ve yol ayrımı budur.
Sonuç olarak, Müslüman davetçi, yüce ahlâkî değerlere dayanmak zorundadır. Kur`an-ı Kerim, bu ahlâkî esasların neler olduğunu - en güzel örneklerle - bildirmiştir; İslâmî tasavvur ve Müslüman`ca yaşam yolundaki en vazgeçilmez ve en köklü unsur, ahlâkî unsurdur. Ve bu, tüm hayati alan ve faaliyetleri kapsamaktadır. Bizlere düşen ise bunlara uymak ve sahiplenmektir. Bu minvalden bir yaşam tarzına sahip olmanız dileğiyle…