Allah`a hamdolsun hacılarımız hac farizalarını eda ettikten sonra yavaş yavaş memleketlerine dönmeye başladılar. Ancak kendileri bizler için zemzem, hurma tesbih v.s gibi bir takım hediyelerle gelmeyi düşünürken bizim de elbette onlardan birtakım arzu ve beklentilerimiz vardır. Bizim onlardan beklediğimiz en güzel hediyeler, oradan aldıkları manevi ilhamlarla yeni bir kişilik kazanmaları ve oralarda edindikleri güzel bilgilerle bize dönmeleridir. İşte büyük İslam âlimlerinin: “hacc-ı mebrur” diye tarif ettikleri şey, kişinin kendi nefsinde böyle bir inkılâbı meydana getirebilmesidir.

Zira Hac, tarih boyunca Müslümanları Allah`a yaklaştıran en büyük ibadetlerden biri olduğu gibi, sosyal, siyasal ve kültürel olarak da onları bütünleştirip kaynaştıran en büyük bir etkinlikleridir. Müslümanların periyodik olarak gerçekleştirdikleri yıllık kongresi ve en önemli kararlarının alındığı bir istişare toplantısıdır. Orada renk, dil, cinsiyet ve vatan farkının yok olduğu, herkesin tek bir kıyafete büründüğü, dualarında dahi tek bir dili öğrenerek sahip olukları güç kaynakları ve dinamikleriyle müşahhas olarak yüzleşiyorlar.

Evet, Hac bütün dünya Müslümanlarının bir arada buluşma, tanışma ve danışma mevsimidir. Birbirlerinin tecrübelerinden, kabiliyetlerinden istifade etmenin, fikir edinip kültür ihraç etmenin iklimidir. Nitekim Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam, böyle bir hac mevsiminde Akabe`de Medineli bir hac kafilesiyle görüşmüş ve onları İslam`a davet edip İslam`la tanıştırmıştı. Yine ikinci Akabe Beyatı`nda böyle bir görüşmenin neticesinde, Ensar`la anlaşıp Medine`ye hicret kararını almıştı.

İşte bu anlamıyla Hac, ümmetin en kritik kararlarının alındığı bir yıllık kongresidir. Geçen bir yıllık icraatlarını değerlendirip bilânçosunu çıkarmanın ve bir dahaki hac mevsimine kadar ümmetin en kritik meselelerini konuşup tartışmanın, birlikte müzakere edip karara bağlamanın genel muhasebesidir. Orada planlar çizilir, projeler yapılır ve kuvvetler birleştirilerek dönülür.

Hac, yılda bir kere en mükemmel şekliyle İslam birliğinin toplantı mahalli ve güç gösterisidir. Ümmetin aleyhinde oynanan oyunlara, zulme ve zorbalığa karşı tavır almanın ortak zemini ve kıyam merkezidir. Orada Allah`ın evinin civarında, en uygun yerde, en uygun zamanda toplanıp bütün bunları görüşürler; plan ve projelerini yapar, stratejilerini ve hedeflerini belirleyip ortak kararlarını açıklarlar. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselamın, hicretin dokuzuncu yılında Hz. Ebu Bekir`in başkanlığında gönderdiği Hac kafilesinden sonra akabinde Hz. Ali`yi gönderip Tevbe Sûresinin -müşrikler aleyhine inen- ilk ayetlerini orada okutup ilan ettirmesi bunun en açık bir manifestosudur. Yine Efendimiz aleyhissalatu vesselamın, Veda Haccı`nda irad ettiği Veda Hutbesi, İslam hukukunun anayasal ilkeleri ve evrensel insan hak ve özgürlüklerinin en mükemmel bir beyannamesidir.

Hac mevsiminde farklı renklerden, milletlerden ve coğrafyalardan bir araya gelen Müslümanlar, İslam davasının ilk neşet ettiği bu mekânın davalarının ana merkezi olduğunu ve burada Kâbe-i Muazzama`nın etrafında toplananların tek bir ümmet olduğunu gösterip bütün dünyaya ilan ediyorlar. Bir tek Allah`a ibadet etmenin sembolü olarak İbrahim peygamberin inşa ettiği bu evin civarında böylece karşılaşıyor, buluşuyor ve ahitleşiyorlar. Zaten Allah (cc): “Biz Beyt`ül Haram`ı insanlar için bir kıyam merkezi yaptık” derken insanlığa bu mesajı vermektedir. Ve yine Allah (cc)`ın: “Ta ki, kendi menfaatlerine olan şeyleri iyi öğrensinler diye” şeklindeki fermanı, müminlere bu ufukları göstermektedir.

İşte böylece orada, her millet kendi şartları ihtiyaçları ve tecrübeleri dâhilinde hem faydalanacak hem de faydalı olma imkânını bulacaktır. Beraberinde getirdiği tecrübelerini ve kabiliyetlerini o büyük havuza akıtacak, onun içinde yoğurup bütünleştirdikten sonra da yeniden bu davanın kırsalına yaymaya, aktarmaya götürecektir.

Allah`tan dileğimiz bütün hacılarımızın bu ruhla bize dönmeleri ve bu bilinçle bizi aydınlatmalarıdır. Ne zaman ki, Müslümanlar kendileri için belirleyici olarak tevhit sancağından başka sancağın bulunmadığı ve bunun kendileri için ne kadar elzem olduğunun şuuruna erer ve bunun etrafında toplanıp tek bir birlik olurlarsa, gerçek güçlerini ve değerlerini de o zaman anlayacaklardır. İşte o zaman hiç kimsenin bu milyonların karşısında durup onlara düşmanlık yapamayacağını, memleketlerini işgal edip kaynaklarını yağmalama ve değerlerini sömürme cesaretini bulamayacağını anlayacaklardır…