Geride bıraktığımız bir haftalık zaman içerisinde çok duygulu ve ama tamamen bir birinden farklı sahnelerin yaşandığı iki olaya şahit olduk.
Birincisi: Musatazaf Der bünyesinde Diyarbakır İstasyon Meydan`ında organize edilen “İnanca Saygı Mitingi”nin ruhlarımıza pompalamış olduğu o muhteşem coşkudur ki, bilinçaltına yerleşen etkisini hala hissediyor gibiyiz. Görünen odur ki, bu coşkunun verdiği ruh ve heyecan haftalarca, aylarca ve belki yıllarca insanlar üzerinde etkisini sürdürmeye devam edecektir.
Bu defaki İstasyon Meydanı, öncekilerden daha kalabalık, daha görkemli olmasa da bir öncekilerden daha koyu bir renk ve daha net mesajlar yüklüydü. Bu mitingin en belirgin özelliği, gerek hatiplerin vurguladığı mesajlardan gerek sanatçıların seslendirdiği parçalardan tüm sorumlu makamlara olduğu gibi, tüm kamusal ve tüzel alanlara da açık mesajların ve göndermelerin ağırlıklı olmasıdır.
Kanımca bu miting, gerek farklı toplum katmanları arasında, gerek medya ve siyaset arenasında çok konuşulacak, çok tartışılacaktır. İnşallah birçok ufkun aydınlanmasına ve bakış açıların değişmesine vesile olacaktır. Yeni anayasa taslağının hazırlık çalışmalarının yapıldığı ve herkesin sesini biraz daha yükselterek hak talebinde bulunduğu bir süreçte, inançlı kesimin başörtüsü konusu ve okuma özgürlüğü gibi hassasiyetlerini dillendirme açısından bu mitingin, büyük iş gördüğüne ve çok önemli bir rol üstlendiğine inanıyorum.
Bir insan, içinde yaşadığı devlet erkinin neresinde olursa olsun, ister hizmet alıyor ister veriyor olsun, bulunduğu veya işgal ettiği makamı itibariyle sair insanlara karşı görevi, yine hizmettir. Hiçbir şahsiyet, hiçbir zümre ve devletin kendisi dahi ilah makamında değildir. Eğer siz inanca saygı ve insan hakları diyorsanız nerede olursanız olun, hangi makamı işgal ediyorsanız edin siz bu halkın bir hizmetçisisiniz. Hiç kimse halkın adına ve halka rağmen onların inancına, iradesine ipotek koymaya ona ters şeyler dayatmaya hak sahibi değildir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; bu mitingden, herkese ve herkesime açık mesajlar vardır. Özellikle sorumluluk makamında bulunanların bu kalabalığın sesine iyi kulak vermesi gerekir. Mesajın en can alıcı noktası ise, bizi idare eden devlet erkinin bize ait oluşu, bizim olduğu anlayışıdır. Evet, bu şirket hepimizindir. Bunun sermayesinde her bireyin payı ve hakkı vardır. Birilerinin bunu keyfi kullanmasına, çarçur etmesine asla müsaade edilmemelidir.
İkincisi ise: Deprem bölgesi Erciş`te izlediğimiz dehşet manzaralarıdır. Depremin ikinci günü iki araç halinde Bingöl`den yola çıktık. Saat iki gibi Tatvan`a vardığımızda Van`da deprem altında vefat eden bir kardeşimizin eşi ile beş çocuğunun cenazeleri Tatvan`a getirilip orada defin işleri yapılıyordu. Son cenaze yıkanıncaya kadar hazır olanlar üzerinde biraz okuduk. Son cenaze de gelince üzerinde toplu cenaze namazlarını kıldıktan sonra, onlar mezarlığa, bizler de Van`a hareket ettik.
Van`a vardığımızda doğruca Musatazaf Der bünyesinde oluşturulan kriz masasına gittik. Orada Van`daki kardeşlerin ekipler halinde toplanan yardımları paketleme ve dağıtma işleriyle yoğun olduklarını gördük. Van merkezinde fazla bir zayiatın olmadığını, merkez köylerinde hayli zayiatın olduğunu, kendilerinin bunun üstesinden gelebileceklerini ancak Erciş`te büyük bir yıkım ve telefiyat olduğunu söylediler. Beraberimizde götürdüğümüz yardımlardan, sadece giyim eşyasını aldılar, diğerini Erciş`e ulaştırmak için bizi oraya yönlendirdiler.
Erciş`e vardığımız zaman akşam karanlığı çökmüştü. Şehrin girişinde Kızılay ekipleri çadır ve battaniye dağıtıyordu. Burada büyük bir izdiham, kimse kimseyi tanımıyor, herkes kendi derdiyle meşguldu. Şehir merkezine varan ana caddeler askeriyece kapatılmış, kurtarma ekipleri büyük vinçler eşliğinde enkaz altından sadece canlı kurtarmaya çalışıyorlar. Yardım etmek için hiçbir şey yapamıyorsun, zaten askeriye hiç yaklaştırmıyor. Polis ekipleri, araçları yan sokaklara yönlendiriyor; biraz ilerliyorsun yola yıkılmış binaların enkazından geçemiyorsun.
Telefonla tanıdık ve arkadaşlara ulaşmaya çalışıyoruz, onlar da yolların kapalı oluşundan bir türlü bize ulaşamıyorlar. Nihayet tarif ettiğimiz noktaya kadar yayan gelip buluştuk ve Erciş`te büyük yıkımın şehir merkezinde olduğunu, özellikle toplu insanların bulunduğu kahvehaneler, kulüpler ve oyun salonlarının bulunduğu yerlerin bütünüyle yıkılıp yerle bir olduğunu söylediler. Beraberimizde götürdüğümüz yardımları onlara teslim edip dönmek zorunda kaldık.
Hâsılı Erciş ölü bir şehir, hayatı ayakta tutan şartlar çökmüş vaziyette. Su yok, elektrik yok, barınak yok, yiyecek içecek yok gibiydi. Allah yardımcıları olsun. Tüm okuyucularımızdan dileğimiz dualarıyla birlikte maddi yardımlarını da esirgememeleridir. Allaha emanet olun.