Dinimizin temel ilkelerinden biri de: “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” şeklinde buyrulan Peygamberimiz(s.a.v)`in hadis-i şerifidir. Dinimiz fertler arasında sorumluluk ve fedakârlığı, yardımlaşma ve dayanışmayı önceler. Herkes sadece kazandığını yesin veya “sen kazan ben yiyeyim” anlayışı, batı felsefesinin doğurduğu kapitalist bir mantıktır.
Günümüzde cebri olarak insanlığa dayatılan batı tarzı hayat anlayışı; insanlığı lükse, israfa, bencilliğe ve vurdumduymazlığa alıştırmış aşırılıklara, anarşiye, teröre ve buhrana sürüklemiştir. Oysaki İslam; “Müminler birbirlerini kenetleyen bir binanın tuğlaları gibidir” diyerek bütün müminleri bir bütün olarak görmektedir. Müminlerin bazıları dünyanın bir başka kıtasında veya başka bir devletinde yaşıyor olması bu külli kaideyi bozmuyor ve bizi bu sorumluluktan kurtarmıyor.
Böyle bir sorumluluğumuz varken Suriye`de, Filistin`de ve Kürdistan`da ölümle, açlıkla pençeleşen kardeşlerimize karşı ne gibi bir görevimizin olduğunu idrak ediyor muyuz? Lüks villalarda, Batı tarzı süit dairelerde oturan ve bu daireler için büyük paralar döken Müslüman zenginlere sesleniyorum! İki ayda bir araba değiştiren, her yıl ev eşyalarını yenileyen bürokrat ve teknokratlara sesleniyorum! Şu anda dünyadan izole edilmiş Gazze`de, Arakan ve Mali`de yaşayan insanların durumundan haberiniz var mı? Bütün bunları bildiğiniz halde vicdanınız rahat, kalbiniz mutmain mi?
Evet, “Müslümanım” diyen insanlar, bütün bunları görüyor ve uzaktan izliyor. Dahası memleketimize sığınmış Suriyelilerden rahatsızlık duyanlar vardır; “bunlardan dolayı kiralar artmış, işsizlik artmış” diye yakınanlar vardır. Ama “Bunların yerinde ben olsaydım ne yapardım” diye düşünüp onların halini anlamak bile istemiyorlar.
Dünyanın birçok yerinde kızgın çöllerde ve kavurucu güneş altında, çoluk çocuk, kadın, ihtiyar ve hastalar, açlıkla kıvranan ve ölüm bekleyen nice insanlar vardır. Kaldıkları yerlere baraka bile denemeyecek çalıdan çırpıdan ve kartondan yapılmış iğreti barınakların altında, gece gündüz açlık içinde hayata tutunmaya çalışıyorlar.
Böyle bir dünyada lüks ve israf içinde yaşayan zenginler, varlık sahipleri, para babaları vicdanen rahat olabilecekler mi?
Bunlar, bu kardeşlerimizin açlığını, sefilliğini, yoksulluğunu, kimsesizliğini gidermek ve hayati haklarını koruyabilmeleri için neler yapıyorlar? Acaba bu konuda bir düşünceleri, planları var mı? Acaba bunlar, kendi kendilerine bir vicdan muhasebesi yapıyorlar mı?
Her insan, her toplum birbiriyle doğrudan veya dolaylı olarak ilişkilidir. İkamet ettiğimiz bir binadaki daireler, birbirinin komşusudur. Biz bu insanlara, ‘daire komşumuz` diyoruz. Her apartman diğer apartmanla komşudur. Biz buna da ‘apartman komşumuz` diyoruz. Her şehir de diğer şehirlerle komşudur. Böyle düşünürsek her ülke de diğer ülkelerle komşudur. Şayet din, dil, ırk ve coğrafi farklılıkları bir tarafa bırakırsak, bütün insanlık tek bir ailedir. Dolayısıyla hepimiz insanlık ailesinin birer üyesiyiz. Komşuda yangın varsa harareti bizi de etkiler.
Evet, “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” hadis-i şerifin uyarısına yeniden kulak vermeli ve Asr-ı Saadet`teki Ensar ve Muhacirin arasında tesis edilen İslam kardeşliğinin öngördüğü sorumluluk bilincini esas alarak özümüze dönmeliyiz. Buna vesile olmak isteyen ve bu yolda kendini ortaya koyan şahıslara, kurum ve kuruluşlarına destek olmalı ve onlara katkıda bulunmalıyız.
Malın da, mülkün de, gerçek sahibi Allah`tır. Bizlerse onun emanetçileri ve bu dünyanın misafirleriyiz. Dünyada bize verilen nimetlerin hakkını vererek şükretmeliyiz. Bize lütfedilen nimetleri, zenginlikleri Allah`ın rızasını kazanmak için harcamalıyız.
Darda ve zorda bulunan kardeşlerimizle paylaşmasını bilmeliyiz. Materyalist dünyanın yaptığı gibi eşyaya kul ve köle olarak değil, eşyayı kendi hizmetimizde, İslam`a ve Kur`an`a hizmet yolunda kullanmalı ve harcamalıyız.
Elbette Müslümanlar zengin olmalı, maddi ve manevi her zenginliğe kavuşmaya çalışmalıdır. Ancak zenginliğini bir farklılık olarak görmemeli, lüks ve safahat içinde yüzen batı insanı gibi dünyaya aç, gözü kapalı ve sorumsuz bir insan tipinden ve ahlakından süratle uzaklaşmalı ve sıyırmalıyız. İslam`ın öngördüğü züht ve takva elbisesini giyinerek İslam`ın güzelliklerine güzellik katmalıyız. Züht ve takva, sorumluk ve fedakârlık bilincine ermiş müminlerden olmak dileğiyle…