İnsanoğlu tabiatı itibariyle etrafında olup bitenlerden haberdar olmak ister, gelişmelerden iyi ve sevimli şeylere empati duyar, kötülük ve haksızlıklardan ise nefret eder, karşı çıkar. Bu duygu doğuştan onun ruhuna yerleştirilmiştir. Şeriatta buna merhamet ve şefkat; Ruh biliminde ise buna vicdan denilen acıma hissi denilir.

Hiçbir insan, merhametsiz ve vicdansız değildir. Ne kadar acımasız olursa olsun mutlaka onda bir parça vidan ve merhamet vardır. Dolayısıyla gözü önünde cereyan eden olaylara, haksızlıklara karşı ilgisiz, duyarsız ve tavırsız kalamaz. Çünkü o da nihayetinde bir insandır. İnsani hisleri uyanınca elinde olmayarak da olsa tepkisini ortaya koyar.

İşte bugün Gazze’de bu gerçeği müşahhas olarak görmekteyiz. İnsanlık vasfını yitirmemiş bir insanın, dini, inancı ve hayat felsefesi ne olursa olsun, açıktan yapılan bir haksızlığa bir katliama seyirci kalamaz, ilgisiz ve tavırsız olamaz. Gazze’nin yanında olmak ondan yana tavır takınmak ve saffını belirlemek için mümin olması şart değil, insan olması yeter.

Şayet müdahale etme gücü yoksa sözünü söyler, haykırıp başkalarına duyurur; Onu da yapamıyorsa mutlaka sosyal medyada paylaşım yaparak tarafını ve nefretini bildirir. Bu özellik insan olmakla birlikte her müminde mutlaka olması gereken bir vasıftır. Nitekim peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurur:

“Sizden kim bir münkeri/haksızlığı görürse onu eliyle/gücüyle değiştirsin, buna gücü yetmezse diliyle/kalemiyle değiştirsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle nefret etsin, bu da imanın en zayıf noktasıdır. (bundan ötesi zerre kadar iman yoktur.)” (Müslim İman, 78)

Bu hadisi şerif, her zaman ve her zeminde haksızlıklara karşı bizim imanımızı test ettiği gibi, bugün Gazze de bizim insaniyetimizi de test etmektedir. Azgın Siyonistlerin vahşice kadın çocuk yaşlı özürlü demeden masum sivilleri katletmesi karşısında Ümmet büyük bir sınav vermektedir. Bu sınavda kimin gerçekten mümin, Allah’ın taifesi; kimin de münafık ve Siyonizm’in işbirlikçisi olduğu net olarak ortaya çıkmaktadır.

Tabi ki, içten içe kaynayan, kendini yiyip bitiren, içini pareleyen koca bir ümmet vardır. Bu ümmetin başındakiler, bir nifak alameti olan korkaklık gömleğini giymiş gibi, hala sessizliğini korumakta, bir adım ileri atıp cesaret göstermekten yoksundurlar. Halklara gelince hepsi bir öncü bekliyor. Artık neredeyse biri ortaya çıkıp Arap Baharında kendini yakan Tunuslu “Muhammed Buazizi” gibi bir kıvılcım çakmasını bekliyorlar.

Bir gün o kıvılcım bir çakılırsa, büyük bir barajın patlaması gibi bu Müslüman halkların başına musallat olmuş kuklaların seri halde bir bir devrilip tarihin çöplüğüne gömüleceklerini göreceksiniz. Ama Müslümanların biraz daha dayanmaları lazım. Belki İsrail’in Refah’a karadan saldırması o kıvılcımın çakılmasına sebep olabilir. İşte o gün sahte yüzlerle ak yüzler net olarak ortaya çıkar.

Bugün Gazze’de kıyametin büyük alametlerinden olan “Dabbetü’l-arz” zuhur etmiştir. Bu dabbe, Mümini, kâfiri ve münafığı net olarak tanıtan bir ayraçtır, maskeleri indirip herkesin açık kimliğini ibraz ediyor. İşte o Dabbetü’l-arz, bugün Gazze’nin kendisidir. Sen ne mübareksin Gazze… Safları ayrıştıran, netleştiren ve safileştiren Gazze… Hainleri ve sahte yüzleri ortaya çıkaran, maskelerini indirip gerçek yüzlerini el âleme teşhir eden Gazze…

Sonuç olarak Gazze imtihanı ağırlaştıkça saflar da belirginleşiyor. Sahte ile çürük kendiliğinden ayrılıyor. Mevla şimdiden saffını belirlemiş, sıratı müstakim üzere yola koyulmuş kullarından eylesin.