Takva; korkma, sakınma, Allah korkusuyla günahlardan korunmak demektir. Muttaki de takva üzere yaşayan mü`min demektir.

Takvada ilk akla gelen şey, haramları terk etmektir. Haramlar, sübutu ve delaleti kati olan hükümlerle men edilen şeylerdir. Bunu, mekruhlardan sakınma takip eder. Mekruh, hükmen men edilişi, sübutu ve delaleti zanni olan şeylere; örfen de çirkin bulunan, hoş karşılanmayan fiil, söz ve hâllere denir. Bunların terk edilmesi de takvadandır. Daha sonra şüpheli şeylerden kaçınmaktır. Bunların da mekruhlar gibi haramla bir başka komşulukları vardır. Hakkında kesin bir hüküm bulunmayan işlerde, takvaya uygun olanı, haram olma ihtimalini gözeterek o fiilleri terk etmektir. Sonra mubah ve helâl olanlar gelir. Bunlardan ihtiyaç duyulacak kadar istifade edip iktisatlı olmak ve israftan sakınmak da takvadandır.

Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Helâl belli, haram da bellidir. Ancak bu ikisinin arasında şüpheli şeyler vardır. Şüpheli şeylerden kaçınan dinini ve ırzını temiz tutmuştur. Şüphelere düşen harama da düşmüş olur. Nasıl ki bir çoban, koruluğun kenarında koyun otlattığında koyunlarının her an sınırı geçip koruluğa girme ihtimali varsa şüpheli şeylerden korunmayanın da harama düşme ihtimali öylece vardır.” (Buhari, Müslim)

Şüpheli alan, haramın en yakın komşusudur. O alana girenin bir süre sonra haram sahasına düşmesi kuvvetle muhtemeldir. Şu halde, haramlardan kesin bir şekilde korunmak için takva yolunu seçmek lazımdır. Böylelikle takva, şüpheliler ile haramlar arasında bir tampon bölge işlevini görür.

Kur`an-ı Kerim`den bir takva dersi: “Yakıtı insanlar ve taşlar olan ve kâfirler için hazırlanmış olan o dehşetli ateşten sakının.” (Bakara: 14)

Tefsir âlimleri, bu ayet-i kerimede sözü edilen taşların, putlar olduğunu söylerler. Burada yakıtı taşlar olan bir cehennemin dehşeti yanında, insanı ürperten bir başka tehdit daha vardır. O da putlarla beraber yanma, aynı mekânda birlikte bulunma, onların tâbi tutulduğu muamelenin aynısına maruz kalmanın cezası ve zilletidir.

İmandan sonra salih amelin değer kazanması için takvaya ihtiyaç vardır. Kıyamet günü, kişinin amelleri terazide ihlası ve takvası nispetince ancak değer kazanabilir. Takva ile salih amel, ruh ve kalbin terakkisinde iki esastırlar. Salih amel ile manevi kârlar elde edilir. Takva ile de bu kâr korunur, fesada gitmekten ve zararlardan uzak kalınır. Zarar yollarını kapamayan bir insan, kazandığından çok daha fazlasını kaybedebilir ve bu yolun sonu iflasa çıkar.

Evet, en büyük iflas ahiret iflasıdır. Kişinin amellerinin işe yaramadığı, hebaya gitmesinin iflasıdır. Bakınız bu iflasla ilgili şu hadis-i şerif ne kadar ürkütücü ve korkutucudur:

“Ümmetimden müflis o kişidir ki kıyamet günü namaz, oruç ve zekât gibi ameller ile gelir, ancak buna karşılık ona buna sövmüş, iftira etmiş, kiminin malını yemiş, kiminin kanını dökmüş ve kimini de dövmüştür. Ahirette bu iyilikleri hak sahiplerine dağıtılır. İyilikleri yetmeyip bittiği zaman da hak sahiplerinin günahlarından bir kısmı alınıp kendisine yükletilir ve cehenneme atılır.”

Bazı âlimler, takvayı, şu üç mertebeye ayırmışlar:

• Şirkten takva: İmandan dönmeyi ateşe girmek gibi tehlikeli görerek onun hükmünü yok edecek şeylerden, şirkten korunmak. Kişi ancak bu şekilde kâmil bir imana kavuşmuş olur ve cehennemde ebedi kalmaktan korunmuş olur. 

• Masiyetten takva: Büyük günahları işlemekten, küçüklerde de ısrardan sakınmak. Amelde takvanın en yaygın manası budur. Bu takva olmadan kalbin nurlanması mümkün değildir. Bu hususta bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “İrtikâp edilen her küçük bir günah, kalbe siyah bir nokta olarak işlenir. Zamanla bu noktalar çoğala çoğala kalbi simsiyah edip bırakırlar.” (Buhari)

• Masivadan takva: Kalbini, Allah`ı anmaktan, Allah`ın korkusundan ve Allah`ın muhabbetinden alıkoyan her şeyden uzak tutmak. Şeytana gafil avlanmaktan ancak bu takva ile korunabilir. Zira şeytan, insanı hep Allahtan gafil olduğu anlarda avlar ve günahlara bulaştırır. Takva, şeytanın desiselerine karşı koruyucu bir zırh gibidir. Bunu bizzat şeytanın kendisi itiraf etmiştir: “Senin izzetine yemin olsun ki bütün insanları azıtıp yoldan çıkaracağım. Ancak onlardan ihlaslı kulların hariç” dedi.” (Araf: 15)

Demek ki takva bir kalp meselesidir. Kalbi sürekli Allah`a bağlamanın, Allah`ın muhabbetiyle dolup taşmanın bir ruh haletidir. Nitekim Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam, bir gün kalbine işaret ederek ashabına, “İşte takva buradadır, takva buradadır, takva buradadır” deyip bunu üç kere tekrar etmiştir.

İhlas ve takva dolu bir hayat dileğiyle…